1 Mayıs 2004 Cumartesi

5.KİTAP FUARI

Dolmabahçe’deki panayır başlamadan,sevgili Feridun Andaç son kitaplarını yolladı;ikisi Birsen Karaca’nın:birini çevirdiği öykülerden oluşturmuş,adı Çehov Öyküleri.İkinci kitap da yine Çehov’dan;son derece özenli basılmış bu kitap Anlatı Ustaları Dizisi’nde yer alıyor:Ateşler+Çukurda. Üçüncü yapıt Salâh Birsel’in kıvrak denemelerininden bir demeti getiriyor elimiz altına:Bir Zavallı Sarı At. Dünya Yayıncılık’ın bütün kitapları gibi,bunlar da özenli kapakları,temiz dizgileri,ince beğenili sayfa düzenleriyle insanın içini açıyor.
Alain Tanner’in tam anlamıyla karışık,izleyicinin ağzına güncel sakızları tıkıştırmaktan çekinmeyen kafasının ürünlerini izlemek üzere Fransız Ekin Merkezi’ne gittiğim bir akşamüstü,Ahmet Soysal çıkageldi;elinde bir tomar kitapla;her zamanki akışkan konuşmasıyla,çalışmalarını anlattı.Elindeki kitap da bunlardan biri;Merkez’in de katkılarıyla,Ayrıntı Yayınları,Michel Foucault’nun seçme yazılarını Felsefe Sahnesi başlığıyla yayınlamış.Kitap,bu dizinin 5. cildi.Fransızların kendi yapıtlarını desteklemeleri küçük yayınevleri için çok yararlı elbet;keşke güçlülerin güçsüzlere –bile bile güçsüz bıraktırdıklarına- yaklaşımları hep böyle iyiniyetli olabilseydi.
Derken kargocu,çalışkan dostum Seyit Ali Ak’ın Fotoğrafın İzinde Kırk Yıl’ını getirdi;kitabı Fotoğrafevi basmış.Kırk yıldır fotoğraf sanatı konusunda gerçek bir tutkuyla arayıp taradıklarını,düşünüp dile getirdiklerini belgeleyen yazılarından geniş bir derleme;doğal olarak,bu yazılarda yalnız fotoğraf değil,daha geniş anlamda yaşama sanatı’nı de irdelemiş Seyit;şu karman çorman,tüketime=ölüme teslim olmuş dünyamızda,asıl yaratıcı kaynak olan imece’den yoksun dürüst,içten bir bireyin yüksek sesli arayışları ilginizi çekebilir.
Sonra Fuar açıldı,Nilgün’le dolaşmaya gittik;bu yıl ortalık daha dingin,insan sayısı az gibi geldi:ee,gözü-karnı doymaz G 7’ler,el ele,Türkiye’nin kalan canını da almak için 24 saat kesintisiz çalışıyor;para şişkinliği yok elbet,çünkü ortalıkta dolaşan para kalmadı.Bütün dünyada da,bizde de,sanal da olsa yaratılan değerlerin simgesi paracıklar üç beş kişinin cebinde toplandığından,eskiden okur olabilecekleri varsayılanlar eridi gitti.
Panayırı dolaşırken birkaç dost yayınevine uğradık elbet;sevgili Sait Maden’le eşi küçük bölmelerindeydiler;Sait’çiğim ,özenle çevirdi,titizlikle bastığı kitaplardan ikisini armağan etti:bugünkü dile aktardı fuzulî seçkisiyle Edgar Allen Poe’nun şiirlerinden örneklerle Şiirin İlkesi.
Sait Maden,her zamanki karınca çalışkanlığı ve titizliğiyle,üç büyük yazarın,Peo,Baudelaire ve Paul Valéry’nin şiir ve yazılarına dayanarak şiiirin ne olduğunu,nereden geldiğini,kimleri nasıl etkilediğini,özellikle de Poe-Baudelaire etkileşimini irdelemiş;anlamından koparılan dünyamızda gerçek bir duygu-düşünce vahacığı;meraklısına.
Fuar’da sevdiğim iki yayınevi karşı karşıyadır:Papirüs’le Kaynak. Kaynak’ta,sevgili İsmet son çıkanları armağan etti:dev yapıt Atatürk’ün Bütün Eserleri’nin 14. cildi,Ulu Önder’in Cumhuriyet’imizi oluşturma savaşımının 1922-23 arasını belgeliyor.Anadolu tarihi,bugünkü amansız saldırıyı atlatmamıza da izin verirse,sağ kalanlar bu değerli belgelerden yeni bir yaşama sevinci ve atılım çıkarabilirler.
Bu çetin savaşımın kazanılması için değerli bilimadamı A.Başer Kafaoğlu çok yararlı bir kaynak-yapıt hazırlamış:Türkiye Ekonomisi,Yakın Tarih 1. Henüz satılmamış,çıldırmamış,yanılsamalarla avunmak istemeyenler için son derece somut bilgiler,belgeler.
Zeki Sarıhan da Cumhuriyet’imizin 1.Sevres saldırısından kurtarılışı sırasında genlerimizin yaşadıklarını Kurtuluş Savaşı Gençliği adlı kitabında incelemiş.
Sonuncu yapıt,Hasan Yalçın’ın Aydın Rantı;şimdi artık aramızda bulunmayan sevgili Hasan Yalçın,bu kitabında,anamalcı sömürü dizensizliğinde okuyup aydınlanma fırsatı bulabilmiş olanların bu aydınlığı pazarlama biçimlerini irdelemiş.
Papirüs’tense,kadın ozanların şiirlerini aldım;Kemâl Özer’le Ergin Koparan, Romen Kadın Ozanların şiirlerini Suskun Sesler adıyla aktarmışlar;Kenan Karabulut,İranlı ozanların şiirlerini Yarın İçin Bir Dal başlığıyla sunmuş şiirseverlere;Özkan Mert de İsveçli kadın ozanlardan çevirdiklerini Elbet Acı Duyar Tomurcuklar’da toplamış.

*

Bu ayki Varlık’ta, Zeynep Uzunbay,geçen yıl Papirüs Yayınları’nın bastığı Kim’e üzerinde Altay Ömer Erdoğan’la söyleşmiş;bu söyleşiyi okuduysanız, Zeynep Uzunbay’ı neden o kadar çok sevip sözünü ettiğimi görebilmişsinizdir:bence,erdemlerin en değerlilerinden ikisi alçakgönüllülük ve dürüstlük=içtenliktir.Zeynep’se bunun yaşayan,üreten ender örneklerinden;yerim geniş olsa,yığınla alıntı yapardım söylediklerinden;ama şimdi şununla yetineceğim,her şeyi özetliyor çünkü:
Bence,okuyanı aileden saymalı.
Doğa ömrünü uzun tutsun Zeynep’çiğim.

*
Yılın ilk sergilerini Hobi ve Karsan’da gördüm;birincisinde Orhan Taylan’ın,öbüründeyse Işık Işıksel’in çalışmaları vardı.

*
Kitap Fuarı’nda yapıtlarını imzalayan sevgili Adnan Akfırat,önemli çalışmalarından birini,Eşref Bitlis Suikasti’ni verme inceliğini gösterdi.
İlk basımı 1997’de yapılmış kitabın bu ikinci basımı;ama yurdumun üstüne tam anlamıyla televole toprağı serpildi:herkes horul horul uyuyur!Dolayısıyla,bağımsızlığımızın,yurdumuzun elimizde koparılma girişiminin bu önemli halkasını belgeleriyle anlatan kitap da o horultuda kaynayıp gitmiş.Hâlâ direnmek isteyen deli kaldıysa,bu öğretici yapıtı kesinlikle okumalıdır.

*
Derken yılın yeni sergileri sökün etmeye başladı;Kare;küçük,değerli bir güldeste hazırlamış:Ferruh Başağa,Sabri Berkel,N.Melih Devrim,Şükriye Dikmen,B.Rahmi Eyüboğlu,Zeki Faik İzer,Selim Turan,Fahrelnisa Zeyd.
Canım dostum Fatoş,allak bullak edilen dünyamızda,güzeli yaşatıp ayakta tutmaya uğraşanlardan;ne mutlu ona da,biz dostlarına da;doğa güç versin.
Aynı akşam,allanıp pullanıp yoksulluğun ortasına oturtulan Fransız Sokağı 16 numarada Erkan Özdilek’in çalışmalarını görmeye de gittik;Galatasaray’dan Cihangir’e gelen ara yol üzerindeki görkemli bir eski yapı onarılmış,gepgeniş,yüksek tavanlı odaları galeriye dönüştürülmüş;ve benim için asıl sevindirici yanı,Türkân Gündoğdular’ın bu sergiyi düzenlemiş olmasıydı:ışıl ışıl gözleri birer sevinç pınarı karşıladı bizi;eski galerisinden ayrıldıktan sonra doğrusu bu kadar çok ve hızlı çalışacağını hiç aklıma getirmemiştim.Demokritos ona da güç bağışlasın.
*
Önce çağrı geldi,ardından Nihal Elvan iletişim ağıyla haber verdi,Yapı Kredi’nin Sermet Çifter salonundaki Sefir’den Sefil’e fotoğraf sergisine koştum.
Selahattin Giz’in banka belgeliklerindeki yapıtlarından çok ilginç bir sergi düzenlenmiş,kitapçığı basılmış;sergi ve kitapçığın oluşturulmasını Nihal Elvan üstlenmiş;Alberto Modiano danışmanlık yapmış;tasarım,karı-koca Karamustafa’ların;metinlerin İngilizce’si Mary Işın’ın.
Ne rastlantı,Giz de Mustafa Kemâl gibi Selanik doğumlu;ömrünü haber fotoğrafını sanata dönüştürmeye adamış;her alanda çarpıcı görüntüler saptamış;Cumhuriyetimizin kuruluş aşamasından alabildiğine değerli,o ölçüde de üzüntü verici imgeler:nasıl da yele veriyoruz şimdi o inanılmaz temeli!Hele Atatürk’ün görüntülerine bakamıyorum bile:yaşadı mı böyle bir varlık?öyle güzel şeyler tasarlayıp yarattı mı?onunla aynı toprakları paylaştık mı?Doğrusu hani şu G8 denen şımarık doymazların hastalığı karşısında bütün kavrama gücüm duruyor!Beter olacaklarına kuşku yok,ama bütün insanları,dahası yerküreyi de artlarından sürükleyerek.
Kitapçığın 41 ve 47.sayfalarındaki ayrıntı tasarımcıların gözünden kaçmış,Atatürk harcanmış;keşke onu daha küçük,tam sayfa bassaydılar;neyse bu kadar kusur her kulda bulunuyor.
Sergiye emeği geçenlere alkış.
*

Sevgili Mehmet Kıyat bu yılın sergilerine çoktan başladı;ikinci sergiyi Yusuf Toprak’la Murat Tolga’ya ayırmış.Sergiye gidince,kızlarına güzelliğini ödünç vermiş eşiyle tanıştım;sonra Gözde imzaladığı kitapları getirdi.Çalışkan dostum şiirlerini Çakmaktaşı ve Güneşe Düşen Gölge adlı kitaplarda toplamış;büyük bir özenle de bastırmış.Ne mutlu!
*
Küresel yozlaşma içinde iyiyi,güzeli,soyluyu yaşatmaya çalışanlar arasında Kızıltoprak Sanat Galerisi de var;Ekim sergisini 8 Eski Dost’a ayırmışlar:Nuri Abaç,Naile Akıncı,Ferruh Başağa,Hüseyin Bilişik,Turan Erol,Nevin Çokay,Ruzin Gerçin ve Mehmet Pesen.Sergi zaten sevgili arkadaşları Hüseyin Bilişik’in anısına düzenlenmiş;yaşasın değerbilen insanlar!
*

Değerli dostum Nâzan İpşiroğlu arayıp yeni bir kitap hazırladıklarını,Pera Palas’ta tanıtılacağını haber verdi;koştum elbet.
ÇYDD’den Şeyda Özil,günün birinde,Türkân Saylan’a gençler için bir kitap hazırlamayı önermiş;başlamışlar beyin jimnastiğine;derken rastlantı ve gereklilikler birbirini izleyip beslemiş,Atatürk kızlarından Lütfiye Nevin Duran kalıtının bir bölümünü böyle yararlı bir işte kullanılmak üzere ayırmışmış;buluşup konuşulmuş,ÇYDD’nin gönüllü aydınlanmacıları el ele,emek emeğe vermiş,girişmişler Gençler İçin,Sorunlar-Çözümler’i oluşturmaya;kitaba Nâzan-Zehra İpşiroğlu ikilisinin yanında,Jale Baysal,Şeyda Özil,Dr Erdal Atabek,Nuran Direk,Nihal Kuyumcu,Gülsüm Cengiz,Tahsin Yücel,Ömer Polat,Nüshet Ak,Seza Kutlar Aksoy,Nilgün Ilgaz ve elbet Türkân Saylan yazılarıyla,anılarıyla,öyküleriyle katkıda bulunmuş.Kitabı sıradan öğretici kitapların tekdüzeliğinden,sıkıcılığından kurtarmak üzer özenle seçilmiş resimler,karikatürler,fotoğraflar eklenmiş.
Elbet gideri yüksek bir kitap;Duran’ın bağışı yetmez;neyse ki ÇYDD’nin öbür kitaplarını basan Çınar Yayınları yetişmiş imdada:Aydın Ilgaz,babasının anısına saygı için kitabın basımını üstlenmiş;üstlenmiş,ve gerçekten dört dörtlük bir kitap ortaya çıkmış.
Adı üstünde Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği;basılan ilk 5000’tah toplantıya katılanlara birer tane verdiler;Dernek’in okuttuğu öğrencilerden özellikle kızlara da vereceklermiş.
Kapkara ölüm bulutlarının bütün yerküreyi sardığı günlerde,nasıl umut verici,dirim tazeleyici bir girişim!
Türkçe çok güzelim,sıradışı,varsıl bir dildir;tek bir edim,bütün yaşam ilkesini,dünya görüşünü özetlemeye yetiyor:SEV.
Sev kökünden sevgi türüyor;sevdiğiniz zaman,sevdiğinizi sevindirmek üzere,sevimli olmaya çalışıyorsunuz;sevdiğinizi sevindirince,etkiye tepki,sevinç size geri dönüyor;sevip sevindirdiğinizle sevişiyorsunuz,yerinize bırakacağınız varlık oluşuyor.
ÇYDD’nin güzel gönüllüleri aslında bundan daha sevindirici bir yaşama biçimi bulamazlardı;bu sevinç önce kendilerine,sonra kucakladıklarınadır.
Bu toplantıda,sözünü ettiğim kitapla,sevinçlerine ben de ortak oldum.
Yaşasınlar!
*
Nilgün’le Mimar Babam’a gittik;ve çok sıradışı bir öykü dinledik:eski SSCB’den çok çocuklu bir Yahudi ailesi Amerika’ya göçüyor;oğulları Louis,küçükken sobayı çok merak etmiş,içindeki korları avuçlayıp kucağına doldurmuş,eteği tutuşmuş,yüzünü epeyce yakmış;dolayısıyla ömür boyu bunun izini taşımış.
Küçük Lou okullara giderken,babası eski soyadlarını değiştirip Kahn’ı almış;oğlan mimar olmuş,çalışmaya başlamış,1951’de Roma’yı görmeye gitmiş,ve yapı sanatına bakışı bütünüyle değişmiş:Amerika’nın o tepeden tırnağa maden ve camdan yapılan evlerini gökdelenlerini bir yana atmış,Eski Uygarlığınkilere benzeyen yapılar sıralamaya girişmiş.O arada 1.65 boyunda,yanık yüzle de olsa,kadınları etkilemiş;içlerinden bir evkızıyla evlenmiş,yanında çalışan mimar hanımlardan ikisini kendine âşık etmiş;üçünden de birer çocuğu olmuş,ikisi kız,biri oğlan.Oğlu Nathaniel,11 yaşındayken ünlü mimar Louis Kahn’ın bir tren istasyonunda ölü bulunduğunu okumuş.
Aradan 25 yıl geçtikten sonra,Nath babasının kim olduğunu,nasıl yaşadığını,neler yaptığını merak etmiş,bu öyküyü çekmeye girişmiş;film bu arayışın belgesi.
Bu yazı çıkana dek korkarım filmi kaçırmış olacaksınız;filmde Lou’nun yapıtlarında,konuşmalarından,verdiği derslerden çok çarpıcı örnekler var;en çarpıcı sahnelerden biri,kuşkusuz,kendisiyle evlenmediği halde Lou’ya aynı bağlılıkla,hoşgörüyle,giderek sevdayla bakan oğlanın annesiyle son yapıtı Bangladeş Büyük Millet Meclisi’nin yapımında onula birlikte çalışmış yerli mimarın tanıklığı:”Lou,bu ülkenin parası var mı,emeğimin karşılığını alır mıyım demeden dünyanın en yoksul ülkelerinden birine bu yapıtı kondurdu;böylece bütün insanları,ayrım gözetmeksizin ne kadar sevdiğini kanıtladı;bütün insanları böyle yürekten sevenler,kimi zaman en yakını göremezler;eşlerine ve siz çocuklarına karşı kusurlarına bakmayın lütfen.”Ve mimar,bunlar derken film gereği değil,gerçekten ağlıyordu.
Bir istasyon köşesinde kıvrılıp can veren bir göçmen için ne kadar içten bir övgü.
Nath de babasını çok yansız,dürüst bir biçimde anlattı doğrusu;alkış.

*

Cumhuriyet’teki G 7,5’lar yazısı bana yeni bir dost kazandırdı:Antalyalı Hicran Karabudak.
Yurdumuzun getirildiği yer dolayısıyla Cumhuriyetimizin temellerinin atıldığı kentte,Sivas’ta doğmuş Hicran;siyasal bilgiler okumak istemiş,olmayınca,eline benim gibi Fransızca öğretmeni olma fırsatı geçtiği hâlde tepmiş,Ziraat Bankası’nda çalışmaya başlamış;gözünü budaktan esirgemiyor ya,karasevdaya dalmış,iki oğlan doğurmuş,sonra sıraaltı eşine yol vermiş;şimdi kendi işinde çalışıyor,zaman ve enerjisini CUMOK gibi ilerici örgütlere harcıyor.
Hemen düzenli yazışmaya başladık;gönderdikleri arasında CUMOK üyelerinin birinin yolladığı bir ileti var:Çanakkale Kahramanları sonra aynı iletiyi Sevgi Tanın da gönderdi.İletide 43.Al,1.Tb.1.Bölüğün 1917 yılında yedikleri var:15 Haziran sabah üzüm hoşafı içmişler;öğlen yemeği yok,akşam yağlı buğday çorbası verilmiş;o gün ekmek tam.26 Haziran’da kahvaltı yok,öğlen yemeği yok,akşam üzüm hoşafı içip yatmışlar;ekmek o gün de tam.18 Temmuz’da sabah üzüm hoşafı,öğlen ve akşam yemek yok,ekmek yarım.8 Ağustos’ta ekmek yarım,öğle yemeği yok,akşam şekersiz üzüm hoşafı.
21 Temmuz 1917’den sonra ekmek 500 grama indirilmiş.
Sevres’de bitirilemeyen işi tamamlayıp bizi köleleştirmek isteyen AB’ye ve Amerika’ya kayıtsız koşulsuz teslim olan,paralı ya da parasız onların borazanını öttürenler bunları ne okur,ne de anlar elbet; peki hâlâ yurtsever,Atatürkçü olduklarını öne sürenler;onları kim,nasıl uyandıracak?

*

Bu bağlamda,sevgili dostum Halûk Tarcan’dan da iki ileti aldım;birinde,AB’deki Hıristiyan Yeşiller’in duyurularda kullandıkları Ortaköy Camisi’ne değiniliyor;caminin laik Türkiye Cumhuriyeti’nin değil,Müslüman Osmanlı İmparatorluğu’nun simgesi olduğu anımsatılıyor bu konuda bir yazı yazmış olan Yalçın Bayer’e;Bayer eski Cumhuriyet yazarı,sözümona en doğrucu yazarlardan biri;alın bakalım.Hani ABD Başkanı’nın bile bile Boğaz Köprüsü ile aynı camiyi bir araya getiren bir görüntü içinde Nato toplantısını anlatması gibi.Buyrun,tabak tabak yiyin efendiler.
İkinci yazıdaysa,şimdi aynı merkezler tarafından dillere oturtulan Türkiyeli sözcüğü ele alınıyor;bir Fransızın,Almanın,giderek bir Gürcü’nün kendine ben Fransızım,Almanım,Gürcüyüm demesinin hiç sakıncası yok,dahası övgüsü var.Amma sakın kalkıp ben Türküm demeyin!Ayıptır, günahtır,çağdışılıktır!
Bu konuda da sömürücü sersemlere söylenecek fazla söz yok,onlar hepimizin aynı evrenin çocuğu olduğumuzu,canlı cansız bütün varlıkların sımsıkı birbirine bağlı ve sorumlu bulunduğunu çoğu kez kendi çocukları bulup dile getirmiş olsalar da,yiyemeyecekleri para uğruna bunu unuttular,unutmak istiyorlar,tamam;peki buradaki çulsuz,kemik yalayan uşaklara ne oluyor?Aşağılık duygusunun derecesine bakın!Korkunç,acıklı!

*
Hep birlikte hangi cehenneme sürüklendiğimizi açıkça gösteren başka bir kanıt da Cihangir,Yeni Yuva Sokağı’ndaki Vegetus’tan geldi;Balkanlar’dan kopup gelmiş Dobrucalı dostum,ömrünün bu sayfasında bitkisel ürünler satıyor;çok meraklı ve sorumlu olduğundan,geçen akşam:”Soya ve ürünleri kanser yaratıyormuş,öyle mi?” sorusuna şu ürkütücü yanıtı verdi:”Hayır,doğal soya ve ürünleri yapmıyor bu işi;soyanın türeyim gözesine,yeryüzündeki en direngen,en çok çoğalan varlığın,karafatmanınkini aşıladılar,alabildiğine hızlı üreyip büyüyen,ama öbür canlılarda kansere yolaçan bir türev elde ettiler!”
Anlayacağınız,Frankeistein gerçek olmuş;aman ne sevindim ne sevindim!Bilimsel-uygulayımsal gelişme diye işte buna derim.
*
Sevgili İsmail Avcı aradı,iki ödül birden kazandığını haber verdi:Jokey Kulübü'nün yarışmasında 1.,Ticaret Odası’nınkindeyse 2. olmuş;eh,onca yılın sabırlı,alçakgönüllü çalışması bunu çoktan hak etmişti.Candan kutluyorum.
Ertan Mestçi,Artisan’dan yılın ilk çağrısını yolladı;meğer galerinin barındığı eski görkemli yapı değişime girmiş,Bilge ile Ertan’ı yuvalarından çıkarmışlar;ama ne büyük talih,üç sokak ötede elverişli bir yer bulup düzene koymuşlar.25 Ekim akşamı yeni galeriyi ve yılın ilk sergisini açmaya gittik.
Geçen yıl aramızdan ayrılan sevgili Avni Arbaş’a adamışlar bu yılın ilk sergisini;Avniciğimin resimlerinden büyük bir güldesteyi evlerinden,sevenlerinden toplayıp asmışlar;elbet son derece nitelikli bir sergi oluşmuş;düzenlemenin son anlarına rast gelse de yeni galeri de elverişli,sevimli.
Belli ki yaz bu işle geçmiş;Bilge bizimle birlikte ilk kez geliyordu galerinin bitmiş hâlini görmeye;hem Ertan’ın başardıklarına,hem Avni Bey’in anısına tatlı sevinç-acı gözyaşları döktü;dünyanın bugünkü durumunda böyle bir olaya ağlayabilmek ne büyük ayrıcalık!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder