1 Kasım 2004 Pazartesi

EYLÜL’ÜN GETİRDİKLERİ

Assos dönüşü ilk sergiyi Yapı Kredi’de gördük.
Yapı Kredi’nin kuruluşunun 60.Yılı olduğundan,o akşam beş sergi birden açtılar;gelenler her zamankinden çok muydu,yoksa Kâzım Taşkent Salonu yerine küçük sahanlığa ve merdivenlere buyur edildiğimiz için mi bilmiyorum,çok ıkış tıkıştık;bu yüzden sergileri gezemeden kaçmak zorunda kaldık.İlk fırsatta gidip rahatça gezeceğim.
Buna karşılık,ilk filmi sere serpe izledik:Michael Moore’un Fahrenheit 9/ll’i;yönetmen,ilk filmi Benim Cici Silahım’ın tersine,derli toplu,özü sözü belli bir film çekmiş.
11 Eylül’de İkiz Kulelere düzenlenen uçaklı saldırıyı ele almış;saldırının gerçekleşmesine yolaçan ilişkiler ağını ayrıntılarıyla incelemiş,çıkarılması gereken sonuçlara biz izleyicilere bırakmış.
Filmdeki belgeli bilgilere göre,saldırıdan bilmem kaç gün önce,FBİ böyle bir şey tasarlandığını ilgililere duyurmuş,ama kimse kılını kıpırdatmamış.
Saldırıdan sonra,uçakları kaçıran Suudiler ellerini kollarını sallayarak ABD’den ayrılmış,dahası bir an önce çekip gitmeleri sağlanmış.
Saldırıdan iki gün sonra,Başkan Efendi,Suudi Arabistan büyükelçisini Beyaz Saray’a yemeğe çağırmış.
Sözümona kırmızı bültenle aranan(?) Üsame Bin Ladin’in soyundan birileri Başkan ailesinin Teksas’taki petrol kuruluşunun ortaklarından.
Ayrıca,filmi izlerken bir köşeye yazamadım,Amerika’daki Suudi yatırımları,ortaklıkları büyük boyutta.
Filmin en çarpıcı sahnelerinden birinde,Başkan Beyefendi,küçük bir yerleşim biriminde,okulda;biri gelip kulağına saldırının yapıldığını fısıldıyor;ters tuttuğu kitap elinde,şaşkın bile olmayan,olamayan bir yüzle epeyce oturuyor:demek ki düzenlenen oyundan haberi yok.Ama dışarı çıkar çıkmaz,burnuna halka takmış olanlar,yapması,söylemesi gerekenleri hemen ezberletecekler nasılsa.
Başka çarpıcı bir sahnede,koskoca bir salonu dolduran ensesi ve cebi kalınlar,kadınlı erkekli avaz avaz bağırarak alkışlıyorlar Başkan’ı;o da,alabildiğine mutlu bir yüzle:Sağolun sevgili BASAMAKLARIM,bulunduğum yere beni siz çıkardınız! diyor.Gizlisi saklısı,korkusu kalmamış artık soygun düzeninin;eh,soyulanlar böyle kolay uyutulabildiğine,uyamaya böyle gönüllü olduklarına göre,sorun yok demektir.
Sinemadan çıktığımızda Beyoğlu kıvıl kıvıldı,ama içerde bir avuçtuk;besbelli yığınların keyfi yerindeydi.Tamam,öyle kalsınlar,nasılsa cehennem kesin!

*

Bir Güldürü Filmleri Toplu Gösterisi düzenlenmiş;Fransız Ekin Merkezi’nde birkaç Jiri Menzel filmine gittim dostlarımla.
Menzel’in güldürme yeteneği de,sinema dili de epey sıradan;üstelik,büyük güldürü ustası Chaplin’in kısa filmlerinden sonra gösteriliyor yapıtları,kıyaslama haksız oyuyor.
Ama kanımca Menzel büyük bir iş başarmış:o güzelim toplumcu ülkünün neden başarısızlığa uğradığını,uğratıldığını canlı kanıtlarıyla göstermiş.
Sovyetler Birliği ve uyduları,toplumculuğu,azıcık konuşan,düzensizliği eleştiren insanları kodese tıkmak;varlığımızın temeli cinsel güdüyü candarmayla denetim ve gözetim altına almak sanmışlar;bu filmlerde,güldürü bahanesiyle,bu düşünsel-kuramsal yoksulluk bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor.
İçerik bu kadar zavallı olunca oyuncular ne yapabilir? Onlar da sıraaltı.
Sevgili dostum Hasan’ın dediğine göre,Fellini ya da Chaplin’e özendiğinden besbelli,Menzel’in kendisi de oynuyormuş filmlerinde.Çeken razı,çektiren razı,izleyenler haydi haydi razı,bana söz düşmüyor.

*

Neyse ki TRT Ettore Scola’nın görmediğimiz bir filmini,Akşam Yemeği’ni getirdi evlerimize;bütün öbür yapıtlarındaki gibi,filmin öyküsünün yazımına da,çekimöyküsüne de katılmış Scola;bir aşevinde akşam yemeğinde yaşananlar yine nasıl ince ayrıntılarla,hepimize özgü küçük acı tatlı gülünç olaylarla doluydu.
Nilgün’ün dediği gibi,gerek sinemada,gerek öbür anlatım yollarında,en zoru güldürü,soylu,ciddî güldürü.
Doğa ömrünü uzun tutsun Scola’cığım!

*

Sinema sanatında doyum ne yazık ki yeni yapıtlardan değil,işte böyle daha önce gördüklerimizden geliyor:TRT İnci Küpeli Kız’ı gösterdi,dalgınlıktan başını kaçırdım,bereket Mehlika almış her zamanki gibi,hemen kopyasını çıkardım,o arada da izledim;aman Tanrım,nasıl gerçek,duyarlı bir sevda öyküsü!Oyuncular,görüntüler,kurgu,müzik,kısacası her şey yerli yerinde.Akıllı-duyarlı hizmetçiyle eşinin sıkıdenetiminde yaşayan Vermer arasındaki tutkulu,ölçülü sevi nasıl ince dokunuşlarla anlatıldı! Yaşa canım!

*

Nilgün ilk gösterildiğinde sözünü etmiş,ama ancak bir hafta oynatıldığı için gidip görmeye fırsat bulamamıştık;neyse ki

*

Nilgün ilk gösterildiğinde sözünü etmiş,ama ancak bir hafta oynatıldığı için gidip görmeye fırsat bulamamıştık;neyse ki Yeşilçam Sineması bir yerlerden bulup getirdi,Christine Jeffs’in Sylvia’sını görebildik.
Yazınseverler bilecektir,yetenekli,ama talihsiz ozan Sylvia Path’in yaşamını anlatıyordu filmi;ozan Edward Huges’a vuruluşu,evlenmeleri,çocuklarının oluşu,zaten kırılgan olan kişiliğinin analık yükü altında ezilişi,şiir yazamayışı,eşinin yan ilişkileri,evliliğin çöküşü,ve Sylvia’nın daha önce birkaç kez denediği işi gerçekleştirip canına kıyışı.
Çekimöyküsünü yönetmenin kendisi mi yazmıştı,dikkat edemedim;ama burada da İnci Küpeli Kız’daki gibi,seçilen oyuncular,kişiliklerin yansıtılması,görüntüler,kurgu,sizin anlayacağınız sinemasal bütün öğeler dört dörtlüktü.Ama İnci Küpeli Kız ya da Fahrenheit’taki gibi,bu filmi de topu topu dört kişi izledik;iyi ki Reis Çelik’in geçimi bu sinemanın gelirine bağlı değil,yoksa ne böyle bir sinema salonu açık kalırdı,ne de böyle filmler gösterilebilirdi.

*

Geçen gün sevgili dostum Halide Yıldırım aradı,sevinçli bir sesle;iki yıl önce AKM’nin önünde kaldırımda bana imzaladığı Issız Kuğu adlı dosyası,Hatay’da ödül kazanmış;hem ödüle,hem kitabının basılacak olmasına haklı olarak çok sevinmişti.Ben de bu habere sevindim.Sevinci eksik olmasın!

*

Başka bir telefon da Mehlika’dan geldi;ortak dostumuz Bülent Oran göçmüş.
Zaten bir süredir ancak belli aralıklarla böbrek makinasına bağlanarak sürdürüyordu yaşamını,ve hiç ortalıkta görünmez olmuştu.
Bu çalışkan,üretken,sözün her anlamında yaşama sanatı ustası da yok artık dünyamızda;ince,duyarlı kişiliğini anımsamak isteyenler,bir anlamda ancak son fırsatta Oda’da sergileyebildiği camaltı resimlerine bakacaklar.
Sonsuzluğa yolculuğun ışıklı olsun sevgili dostum!

*

Papirüs Yayınevi son kitaplarını iletti;Ahmet Yıldız’ın eleştirel düşünce dizisinde basılan Kertenkeleler ve Edebiyat’ı;Adil Giray Çelik’in tarihin döndüğü anlar dizisinde yer alan Tarihin Yargıladığı Dâvâlar’ı;ve çocuk yazını dizisinde üç yeni kitap:Dinçer Sezgin’den Bir Şişe Gözyaşı;Türkân Gedik Bengi’den Mermiler Çiçek Açtı; yine onun,Mart Ayına Direnen Ağaç’ı.

*

Sevgili,sevimli dostum Türkân Gündoğdular,yaz başında atıldığı girişimi tamamladı,23 Eylül akşamı ilk karma sergisini açtı;Sanat Odası’nın üstündeki son iki katta ve taraçada sergilemişti İbrahim Çiftçioğlu,Burhan Doğançay,Devrim Erbil,Ahmet Güneştekin,Alexandrina Hristov,Ekrem Kahraman,Maria Kılıçloğulu,Ziyatin Nuriev,Neriman Oyman ve Adil Salih’in yapıtlarını.
Ömrünü sanatın içinde,ama başkaları adına ter dökerek geçirdikten sonra,kendi yuvasına kavuştuğu için alabildiğine sevinçliydi;gerçi dönem çok aykırı,artık sanata ayrılan artıdeğer eridi gitti;ne diyeyim,Demokritos yardımcısı olsun,sevinci sürsün!

*

Gerçi Er Ryn’ı Kurtarmak yeterli bir dersti,ama sağolsun Niloş filmsiz duramıyor,o yüzden Havaalanı’na da gittik;çok da iyi oldu,böylece bir tek Schindler’in Dizelgesi’yle elde ettiği her şeyi eritti amca.
Bütün dünya şimdiki başkanın örneğin abc kitabını ters tutmasıyla,daha başka bilmem hangi salaklarıyla dalga geçiyor;oysa yok birbirlerinden ayrımları:hepsi aynı derecede ahmak ya da bizi ahmak sayıyorlar.İkisi aynı ölçüde acıklı.21.Yüzyıl’da insanlığın geldiği yer,dahası,gitmekte olduğu yer ürkütücü.

Adam Sanat, Kasım 2004, s.226