1 Mart 2004 Pazartesi

SÜMER’DE SEVİ

Papirüs Yayınevi üç yeni kitap yayınladı:Salih Bolat’ın Öykü Yazma Teknikleri;Sinan Kutlu’nun Elveda Postmodernizm’i;Gül İlbay’ın derleyip çevirdiği Fransız kadın ozanlarının sevisel (erotik) şiirleri,Arzunun Karanlık Odası.
Kitaptan,Marie-France Guerrier’nin Erkek Sevgili Olsaydım şiirinden bir bölüm aktarayım size:
...
Beni çağırdığında çılgın bakışıyla
Titretirdim ona zevkten bağırıncaya değin
Gerili yay gibi kamışımla

İşitmek için mutluluktan ağlayıp inlediğini
Öfkeden tutuşan genç bir volkan gibi
Girerek içine akıtırdım lâvımı.

Sağ olsun,dostum Erdal Alova şimdiye dek çok sevi şiiri çevirip güldesteler hazırladı,ben de yazılarımda bunlardan sık sık alıntılar yaptım;Adam Sanat’ın Ocak sayısında İÖ 2000 yılında yazılmış bir Sümer şiiri vardı;şimdiye dek çevirdiklerinin belki en güzeli:İnanna ile Dumuzi’nin öyküsü. Ondan da bir bölümü okuyalım birlikte:

...
Dölyolumun dudakları,o boynuz,
O Gökyüzü Teknesi
Arzuyla dolu yeniay gibi
Sürülmemiş toprağım nadasa durmuş

Benim,İnanna’nın,
Kim sürecek dölyolunun dudaklarını?
Kim işleyecek görklü tarlamı
Kim,ıslak toprağımı?

Benim,şu genç kadının,
Kim sürecek çiçeğinin dudaklarını?
Kim koyacak öküzü oraya?
Kim işleyecek çiçeğinin dudaklarını?
Ben,Kral Dumuzi sürecek.

Bu iki ozan,iki şiir arasında tam 4000 yıl var;ikincisi ne kadar diri,korkusuz;doğanın kendisi gibi.Aradan geçen 4000 yılda,insanoğluyla kızı,öyle ürkütülmüş,öyle sindirilmiş ki!
Bunun en canlı tanığı,kanıtı,bugünkü Hint toplumu;ataları,yine o kadar yıl önce, tapınaklarının tepesine canlı,ikili,üçlü,kadınlı erkekli,insanlı hayvanlı sevişme yontuları oturturken ne diyebilmişti? İnsan,üreme örgeniyle değil,beyniyle sevişir.
Şimdiyse, sevişmeme,bol bol konuşma çağı!
Aman Tanrı eksikliğini göstermesin, daha da geliştirsin!
*
Kaynak Yayınları da son kitabını yollamış. Arslan Başer Kafaoğlu’nun,Türkiye,ABD,AB ve Japonya’da Ekonomik Bunalım’ı.
Kafaoğlu,elimizde kalan ender dürüst bilimadamlarından biridir,bilen bilir;bu yapıtında,24 Ocak 1980’de,yurdumuzun başına örülecek çorapların koncunun örülmeye başladığı günlerden bu yana,elbet yerli suçortaklarının gönüllü katılımlarıyla Anadolu insanın bütün emeklerinin talan edilişini özetliyor,somut verilere dayanarak.
Gözlerinin önündekini,canlarına göz dikmiş sülükleri görmeye razı olacaklar için değerli bir kaynak.
Biliyorsunuz,son can çıkmadan umut kesemeyiz;Kafaoğlu bu karanlık görüntüyü beliren bir ışık kaynağıyla bitiriyor:Avrasya Birliği.
Bu umudun yeşermesi,başta ezilmişler,geri bıraktırılmışlar,toplumların bilinçli işbirliğine bağlı olacak elbet;bakalım insanlık bu sınavı geçebilecek mi?
*

Abdülkadir Öztürk en sevdiğim yontuculardan biridir;Tem’de ne zaman sergi açsa,koşarım;bu kez de öyle oldu.Gittiğimde henüz kimse oktu,rahatça tattım son çalışmalarını.
Hatay yöresinin püskürük kayalarını,tahtalarını,doğal dokularını,evrensel bezeklerini elden geldiğince bozmamaya çalışarak,üzerlerine kendi kişisel özelliklerini katmaya özen gösterir:bu da beni çok mutlu eder.
Az sonra galerinin gediklilerinden bir bilgiç dede geldi;Abdülkadir,her zamanki alçakgönüllü coşkusuyla,bu kez neler arayıp bulduğu gösterip anlatmaya girişti;dede de ona çok güzel okullu söylevleri çekti:korkarım kırıldı,büzüldü.
Neyse ki daha sonra sevgili dostum İsmail Avcı geldi;meğer İsmail’in öğrencilerindenmiş Öztürk:aranıp bulunmuşları onunla kolayca,sevinçle paylaştım;dahası,ad vermeden,bilgiç dedenin açtığı yaraları onarmasını rica ettim.
Ah,Abdülkadir,her okullu bilge değildir canım!
*
Fransız kanalı Mezzo geçen Pazar Truva adlı bir bale gösterdi;İspanyol yapıtı;flamenko ile bale iç içe geçirilmiş,sindirilmiş;arada dal gibi,karalar giymiş ,acı yüzlü bir hanım öyküyü şiir diliyle özetledi:yüzyıllardır birbirlerini boğazlayan oğulları için anaların yaktığı ağıt’tı sergilenen.
Ruhi Su’nun Ezgili Yürek adlı şiirleri arasında bir Irmak vardır,şöyle der:

Ağaç demiş ki baltaya
Sen beni kesemezdin ama
Ne yapayım ki sapın benden
Bak şu ağacın bilincine sen
Ölen ben öldüren benden.
Bu bale,işte bunu anlattı,aynı acı kusursuzlukta:bütün küresel yozlaşmaya karşın,Abdülkadir’in püskürük kayalarının direnciyle.
İyi ki elimizde bu kadarı kaldı!
*
Dün akşam,sevgili,sevimli Selin’in yönettiği İstanbul Fotoğraf Merkezi’nde Bülent Özgören’in Işığın Peşinde adlı sergisindeydik;ilginç yerlerde çekilmiş,özenle basılmış görüntüler,hem de siyah-beyaz.
O arada Selin’ciğim ışıl ışıl sevinciyle iyi bir haber verdi:Capa’nın geçenlerde YK’de açılan fotoğraf sergisindeki yapıtlar,Merkez’e bağışlanmış:bu özenli,özverili galeriye çok yakışan,değerli bir armağan.
Az da olsa,verilen emeğin,gösterilen özenin değeri hâlâ biliniyor demek ki;hepimiz için umut verici!

*

Tanıdığım en duyarlı,en çelebi,en ozanca coşkulu insanlardan biri,Mustafa Rüçhan,Ayvalık’ta sessizce göçüvermiş
Dürüst ve duyarlı olmanın bedelini ömür boyu epey acı çekerek ödemiş;dolayısıyla içerden yaralıydı;umutsuzluğa savrulup kendini içkiye verdiği dönemin ardından,İstanbul’da uzanan bir el onu bataktan kurtarıp yeniden yaşama ve sanata döndürmüştü;böylece birkaç yılını mutlu,verimli geçirdi.Tam çocuksu coşkusunun,yalansız dolansız ressamlığının tadını çıkaracak noktaya geldiğinde,yazgıya bakın,onu bataktan kurtaran el kaldırıp yeniden kimsesizliğe savurdu.
Son olarak,Ayvalık açtığı serginin çağrısını yollamıştı bana;Cunda Adası’ndaki sergi dolayısıyla Ayvalık-Girit Adası Dostluk Derneği aracılığıyla,Girit’ten bir sergi çağrısı aldığını,çok sevindiğini,mutluluk içinde hazırlanacağını bildirdi:yazgı izin vermedi.
Anısını,sevecen sesini,özenli giyimini unutmıycam.

*

Son dönemin en çalışkanlarından Metin Aydoğan’ın Müdafaa-i Hukuk’un Ocak sayısında Doğu Aydınlanması I başlıklı bir yazısı vardı; Türk oldukları özenle,bile bile saklanan bilginlerden Farabi ile Musa el-Harizmi’yi irdeliyordu.
Farabi,yeryüzünde,bugün özellikle Batı damgalı tarih-bilim kitaplarında anlatılan masalın tersine,müziği ele almış;kuramını geliştirmiş,ezginin kâğıda dökülebilmesi,dolayısıyla gelecek kuşaklara saklanabilmesi için ilk notaları tasarlayıp dile dökmüş büyük bir öncü.
Harizmi’nin de ondan geri kalan yanı yok:bilimde,matematikte bugün bütün dünyanın kullandığı cebir onun buluşu.
Yazı bu konularda çok değerli ayrıntılı bilgilerle dolu;en iyisi bulup okumanız.

*
Geçen gün can dostumuz Sevgi Tanın geldi,Dmitri Hvorostovsky’nin Kalinka’sını getirdi.
Dmitri’yi ilk kez Sevgili Aydın Gün dinletmişti bize;Türkiye’nin henüz IMF ve Dünya Bankası dolaplarıyla büsbütün çökertilmediği günlerde,böyle büyük sanatçıların dinleti haklarını ödeyebildiğimiz,üstelik bilet ederlerinin bugünkü gibi 200-300 milyon olmadığı dönemde.Ne büyük armağanmış o günler! Bir yıl önce de Bryn Terfel’i,öbür unutulmaz bariton’u dinlemiştik.
Dmitri,Kalinka’da,Nicolai Korniev yönetimindeki Sen Petersburg Oda Korosu eşliğinde ünlü halk şarkılarını söylüyor;ama ne söylüyor!
Diskteki yorumlarda çalgı yok,yalnız insan sesleri kullanılmış;ama herkes gereken eğitimi aldığından,bilenlerin en iyi çalgı dedikleri insan sesi öyle kusursuz kullanılıyor ki,duyduğunuz sevinçle çığlık atasınız geliyor!
Bizim gibi halk şarkılarına,yetenekli insanların yorumlarına vurgunsanız,buradaki disk satıcılarında hemen arayın Philips’in bastığı Kalinka’yı,kendinize armağan verin.
*
Rastlantı bu ya,aynı günlerde Sıdıka Su, Ada Müzik’de, tarihin bir döneminde yurdumuza gökten armağan düşmüş yerli bas-baritonumuzun,Ruhi Su’nun 12 türküsünü Beni Ağlatırsan Yoluna Ağlat adı altında bastırdı.
Bu diskteki türküleri Ruhi Bey’in bizim kadar yakın dostları evlerde,kulüplerde çok dinlemişlerdi;kimisi bizdeki bandlarda da vardı;ancak böyle temizlenmiş kayıtlarla,sanki geçen ay alınmış gibi dopdolu,kusursuz elimizin altında olması ne büyük olanak.
Onu da gerek Ruhi Su Vakfı’nda,gerek Ada Müzik’in bütün satış yerlerinde bulacaksınız.
Giydim Çarıklarımı’yı,Güzel Yârin Ellerine’yi,Bulut Kat Kat Olmuş Ayın Önüne’yi dinlerken,Sevil’le ne kadar talihli,ayrıcalıklı olduğumuzu düşündük,sevindik:şimdiye de ancak yüz yılda bir gelen,bundan sonra,hele soyulup soğana çevrilmekte olan,param parça edilip yutulmaya çalışılan yurdumuzda bir daha gelebilme olasılığı bulunmayan bu unutulmaz ozan-yorumcu bizim yakın dostumuz oldu!1964’ten 1985’e dek yaşamımızı bir büyüye çevirdi.Öyle ki,şimdi düşünüyoruz da,çoğu kez,günlük yaşamın bütün çirkinliklerini unutturup bize bütün insanlığın özlediği barış içinde,eşitliğin,adaletin eksiksiz herkese dağıtıldığı dünya hemen o anda elimizin altındaymış duygusunu tattırdı:bu tatlı yanılsama hem iyiydi,hem kötü elbet,evrendeki her şey gibi,
Yanılsama da olsa,iyi ki o unutulmaz anları,yılları yaşadık! Yoksa ömrümüz,on binlerce yıldır insanlara yaşattıkları gibi,bomboş geçecekti!
Dimitri’yle Ruhi Su’yu arka arkaya dinlerken,Kuzey komşumuzun platin saçlı yeteneğinin ne kadar talihli olduğunu düşündük:Ruhi Bey,gönüllülerden oluşan Dostlar Korosu eşliğinde,bir bakıma Kaf Dağları’nı aşarak,birkaç unutulmaz plak doldurmuştu;ahh! elinde Dmitri’ninki gibi yetkin,eğitimli bir koro olsaydı,hem biz,hem bütün dünya çoksesli türkü nasıl söylenir dinleyip havalara uçsaydık!
Neyse,olamayana üzülmenin yararı yok;bu anasız babasız Van çocuğunun Atatürk ve devrimleri olmasaydı çoban bile kalamayacağını düşünüp sevinmekten başka çıkar yol gözükmüyor.
Sevgili Sıdıka Su’ya da,Ada Müzik’e de sonsuz teşekkürler.
*

Dün akşam Sevil’le Beni Ağlatırsan’ı dinlerken,8 dolayında zil çaldı,açtım,iki elinde birer naylon torba,güleryüzlü,ince bir hanım;torbaların birinde akşam yiyecekleri ekmekler var,öbüründüyse bize görsel bir besin:13 Şubat’ta Karşısanat’ta açılacak Deniz Bilgin’in resim sergisinin basın duyurusuyla güzel bir kitap.
Gelen peri galeride görevli Ayşe Çetinkaya’ymış;doğrusu,Deniz Bilgin’i hiç tanımıyordum;hemen oturup kitaba bakmaya başladım:sergi duyurusunda adının yanına ressam yazmışlar yalnız;yüzde yüz yerinde bir tanım.
Deniz,doğuştan ressam gelmiş;gördüklerini,düşlediklerini oyun oynar gibi çizip renklendirme yeteneği var-mış: ne yazık ki genç yaşta göçüp gitmiş.
Bu yakınlarda sıkça anıyorum,20.Yüzyıl’ın en sağlam bilimadamı-düşünürlerinden Henri Laborit,bellediğimiz her şeye dayanan düşgücüne,imgeleme karıştırıcı derdi:biriktirilenin ya da onların yolaçtığı çağrışımları karıştırıp yeni bir ekmek yapan yeti.
Deniz’inki kusursuz;renkler,çizgiler,bileşimler coşturucu,uçurucu.
Yaşarken tanıyamadığıma çok üzüldüm.
Ama bu sergiyi düzenleyen,o kusursuz kitabı hazırlayan,basan,tanıtım azılarını yazan herkesi yürekten kutluyorum.

*

Eczacıbaşı bu yıl Evleri konu almış;yurdumuzun dört bir yanında,biz dizi yorumcu.sıradışı evleri çekmiş;inanılmaz,unutulmaz belgeler.
Ve elbet çok büyük bir keder:nasıl da ucuzlamış yaşamımız da,yaşadığımız sığınaklar da!
Ama madem ki her şey gelip geçici,hiç değilse elimizde,gözümüzün önünde bu güzel görüntüler duruyor;hazırlayanları canına sağlık!

Adam Sanat, Mart 2004, s.218