1 Şubat 2005 Salı

BİHRAT’IN İŞLİĞİ

Aralık’ın ilk sergisi Ekvator’daydı; Hayati Misman’ın özgün baskılarını sergilediler;gittiğim anda,genç,alımlı hanımlar birbirleriyle yarışarak kırmızı noktalar yapıştırtıyorlardı yapıtlara;ne mutlu değil mi?
*
Sevgili dostum Osman Şahin aradı,kitabını armağan etmek istediğini haber verdi, buluştuk; yazılarından 43’ünü seçip bu kitapta toplamış,Berfin yayınları da basmış.
Kitaba adını veren yazıda Mehmet Başaran’ın Mehmetçik Mehmet adlı romanından söz ediyor;o da kendisi gibi Köy Enstitüsü’nde canını ve aklını kurtarabilmiş talihli köy çocuklarından, biliyorsunuz; yedeksubay okulunda er çıkarılıp Anadolu’ya sürgün gönderilişinin öyküsünü anlatmıştı en çarpıcı biçimde.
Osman Şahin, ekinsel dünyamızda çok yaygın bir kalıbı kırmış insanlardan:yazarlar müzik dinlemez,sinemaya gitmez, ömründe tek bir opera tek bir bale izlemez.Osman’sa sanatın her dalına meraklı; nitekim yalnız yazar arkadaşları,ozanlar üstüne değil, Zehra Aral,Gülgün Başarır,İsmail Avcı, Ali Candaş, Ramiz Aydın için yazdıklarını almış kitabına.Böylece ilkin kendine armağan vermiş, yaşamını bezemiş.
*
2 Aralık akşamı Doku’daydık Nilgün’le; Kayhan Keskinok son çalışmalarını sergiliyordu.
4 Aralık Cumartesi günüyse Kuzguncuk’a, Harmoni’ye gittik;sevgili dostum Yusuf Katiboğlu’nun sergisine.
Yusuf’un işliği Asmalımescit’te, dolayısıyla yaşamının büyükçe bölümü Beyoğlu’nda geçiyor;o da bu sergisinde buradan esinlenen resimlere yer vermiş, en büyüğünün adı Beyoğlu Tırtılı.
Ayrıca, eski yazıdaki vav’ı andıran tekneler çizmiş;bununla ilgili bir de fıkra anlattı, her zamanki sevimliliğiyle, ayrıntılarını unuttuğum için yineliyemiycem, ama karşılaştığınızda kendisine anlattırın,tadına doyulmaz bir öykü!
Biz gittiğimizde sevgili eşi Ursula, özenli giyimiyle yanı başındaydı elbet;bir de Bihrat Mavitan’la galeri yöneticisi hanım vardı elbet;az sonra, dersini yeni bitirmiş Alev çıkageldi,hemen süslenmeye gitti.
Kalkmaya hazırlanırken, Bihrat, “iki dakika benim işliğe uğrayalım,bir şey vereyim” dedi.
Ne garip, yıllardır gideriz Kuzguncuk’a, ve Bihrat’ın işliğini görmemişiz; geçen yıl Alev’in sergisine gittiğimizde bile olmamış bu. Neyse,demek kısmet o güneymiş.
Gösterişsiz kapıdan içeri adım atınca ağzım bir karış açık kaldı: burası bir işlik değil, tam anlamıyla bir üretimlik’ti, başlı başına bir sanat yapıtıydı;ömrümde bu kadar düzenli, renkli, ince beğeniyle düzenlenip bezenmiş işlik görmedim, ne yaşarken, ne belgesellerde! İşlik deyince usuma da, gözümün önüne de hep karman çorman, darmadağınık yerler gelir.Aman yolunuz Kuzguncuk’a düşerse ya da kendiniz düşürün, gidip bu olağanüstü güzellik ocağını görün.
Koşup iki kitabını getirdi:Bihrat Mavitan, Heykel, Anıt ve Bihrat Mavitan’ın Kitabı, “Heykel”.
Birincisi, 27 Ekim-4 Aralık tarihleri arasında açtığı yontu sergisini tanıtmak üzere hazırlanmış; ilginç bir rastlantı-gereklilik çakışmasıyla, soyadının son hecesini ad olarak taşıyan bir çizer dostu, Tan Oral’ın yalın bir çizimi yol açmış Bihrat’ın son dönem yontularına; ne güzel bir etkileşim, tohumlama değil mi?
İkinci kitap, benim sanata ve dünyaya bakışıma çok uygun, gerçek bir imece ürünü :annesine adadığı, Nurol Holding’in bastırdığı kitabın metinlerini Dr Emre Kapkın,Serhan Ada, Samih Rifat yazmışlar.
İşlik resimlerini Nevzat Sayın, siyah-beyazlarıysa Samih çekmiş.
Yontu fotoğrafları Erdal Aksoy, Tan Mavitan ve Eyüp Görgüler’in; basım öncesi düzenleme çilesinin ilk adımı Tan’a, ondan artanlar Mehmet Ulusel’e düşmüş.
İki kitapta da Bihrat’ın insanı sevinçten uçuran yapıtları var; en güzeli, doyurucusu elbet bunları sergide ya da işliğinde üç boyutlu görmek, ama bu fırsatı bulamayanlar için kitaplar çok değerli kaynak.
İkisinde de kısa özgeçmişi var, kendine özgü ince alaylı diliyle.
Büyüğünde, ayrıca, sanata bakışını da dile getirmiş;onu sizlerle paylaşmak istiyorum:
Sanatımda, heykel, bir düşün peşisıra gelir.Bu düş bir figürdür.Bu figüre kendimi yakıştırıyorsam da, bu figür kimliksizdir. Benim düşlediğim her kişi oluverir. Bilmedik ya da çok bildik bir mekânda dolaşıverirler. Bilmedik ya da çok bildik bir mekâna doluşuverirler ve o noktada hareket son bulur. Kadrajiyla kaidesiyle sunuluşuyla artık benimdir. Yeni figür yeni mekânını aramak ve yerleşmek için karşıma gelir. Hep karşımda dururlar. Hiç ben onların onlar benim arkama geçmeyiz. Hep yüz yüze bakarız. Hiç “keşke” dedirtmezler bana.
Sanatın sanatçı için olduğuna inanırım.”Ars gratia artis”Bu, yeni yapacaklarımın ana fikridir. Eskiz hazırdır.Bence malumdur.Şaşkınlığa, sürprize, hayrete gerek yoktur. Yeterli ısrar, yeteneği hizaya getirir. Tevazu gerekmez, yaparsam iyi yaparım kuralına uyarım. Kendi beğenim çalışma ısrarımı oluşturur. Hep bir sonraki heykelimi merak ederim. Buradan anlaşılıyordur, heykel, bir sonraki yapacağımın ilk aşamasıdır.
Soyut ile somutun öpüştüğü bir noktada ekspresif bir anlatım tarzım vardır. Bu anlatım malzemeyi saptar. Malzemeye aşık olurum, ama bu uzun sürmez, yenisini çağırır.”Karışık teknik” denen tuzağa düşmemek için aynı teknik ve değişik malzeme peşindeyimdir.
Akademiliyim. Öyle kalmakta ısrarlıyım. Sihirim burada saklıdır. Heykel bölümündenim. Onun için resim yapmaktayım. Bilinenin aksine her heykelci biraz ressam, biraz mimar, rüyayı üç boyutlu görebilen sanatçıdır. Her rüyanın resmi yapılabilir, her resmin de heykeli,gerisi tıraştır. Ama heykel “tıraş” değildir, zor iştir. Heykel, gölgesi düşen bir öyküdür.Önüne gelen de yapamaz. Yapsa da olmaz, yaldırlaşır.
Kuvvetli rüya ister, donanım ister. Unutkan heykelci olmaz. Rüyanızı unutamazsınız, sanat tarihini unutamazsınız, bütün sanatçıların yapıtlarını da...Hele önceki işinizi aslâ. Bu size ne yapmanız gerektiğini söyler. Hele bu ülkede ve bu ülke bu denli gölgede iken.
Dostlarımın, izleyenlerin ve sanatçı adaylarının beğenisi bu bilgilerle beslensin istedim.Kitabıma hoş geldiniz.
Bundan daha içten, gerçekçi, sevecen anlatım olamaz! Yaşa Bihrat! Bu aydınlık yapıtlarına yansımış zaten.
Rastlantı (olasılık)-gereklilik ikilisine nasıl yürekten inandığımı bilirsiniz;Bihrat bunların çok ışıltılı bir örneği;bedensel yapısı da, kafası da yıldızın parladığı anlarda oluşmuş.Bunun üstüne eklenen eğitim de öyle. İnsan yaratıcılığının doğal kaynağı sevisel dünyası da. Milyarlarca insan arasında Alev Ermiş’e rastlamak kolay mı?
Kitapların küçüğünde tek harflik bir dizgi yanlışı var; ressam Alev Ermiş’le evlendi¬-M. Neyse bu, büyük kitapta aslına, DİK’e dönüşmüş.
Ah, ne mutlu Mavitan’lara!
*
Ulusal Kanal’dan başka değinen yok; Edremit Koyu’ndaki Küçükkuyu’da arsa ve evlerin büyük bölümü yabancıları satılmış! Aynı şey bütün kıyılarda, Güneydoğu Anadolu’da olanca hızıyla sürüyor; adamlar işin kolayını buldular, kanla silahla değil, parayla alıyorlar topraklarımızı elimizden.
Bu işi yürüten emlâkçıyla konuşmuşlar, adam da çok mantıksal bir yanıt vermiş: Adamlar bir eve ya da arsaya bilmem kaç katı para veriyorlar; sakıncalı olsa BÜYÜKLERİMİZ bu yasayı çıkartırlar mıydı?
Bu yerinde soruya yanıt verecek gerçek yurtsever kalmadı mı ülkemizde? Hadi sivillerden geçtik, Atatürk’ün askerleri de yabancılardan buyruk almaya hazır mı?
Belli ki evrensel uygarlık değerleri diye bir şey yokmuş; kimse kimseye acımaz olmuş; öyleyse, bağımsızlık ancak onu hak edenlerin olacak. Gerisi boş.
*
Bu sessiz ele geçirme sırasında, günlük yaşam akıyor elbet; Muhsin Kut, resimlerini eski yuvası Hobi’de sergiledi.
Aralarında geçmiş günlerin çalışmaları da var, ama büyük çoğunluk yeni; Muhsin’ciğim, sevgili ozan dostum Zeynep Uzunbay’ın ilkesini hiç aksatmadan uygulayan ender insanlardandır: okuru ya da izleyiciyi aileden sayma.
Dolayısıyla resimlerini önce kendisi beğenecek gibi yapar; sonra gelip biz de tadarız.
*
Paris bir zamanlar sanatın, düşüncenin, ileri akımların öncüsü sayılırdı; şimdi ADB ve AB sömürgeciliğinin kurnaz (?) sözcüsü kılığına büründü:Zana’ya Paris’in onursal kentdaşlığını armağan etmişler altın tepsi içinde;karşılığında ne bekliyorlar dersiniz?
Orada tasarlanıp kaleme alınan “Kürtlere Özerklik” bildirisini imzalayanları okudunuz sanırım;pek çok tanıdık var; kendi payıma, örneğin Rahmi Saltuk ya da Yılmaz Odabaşı’yla karşılaşsam, usumun ermediği bir şeyi sorardım: neden İspanya Baskların tepesinden inmiyor hâlâ? Ve neden ABD, Kızılderililere yaptıklarını saymasak bile, neden küçücük Küba’nın boğazını bırakmıyor bir türlü? Işıl ışıl birer aydın olarak beni de aydınlatırlardı belki.
*
Yukarıda söylemiştim,Bihrat kendisiyle ve dünyayla barışık;dolayısıyla enerji alış-verişi dolu, verimli:nitekim, daha benim yazı bitmeden, Kızıltoprak Galerisi’nde “Tek ‘N’ler”, “Çok 'N’ler”, “Daha N’eler” sergisini açıverdi.
Denk getirip göremediyseniz çok yazık olmuştur.
*
Geçen gün Zeynep Uzunbay aradı, sevindiği bir haberi verip beni de sevindirdi: Feridun Andaç, Dünya Kitapları’nda son çalışması Yara Falı’nı da, önceki kitapları Sabahçı Su Kıyıları ile Yaşamaşk’ı da basacakmış.
Benim gibi Zeynep Uzunbay şiirini sevenler için de,ulaşamadıkları için tanıyamamış yeni sevecekleri için de ne güzel bir haber!
Ayrıca, Feridun Andaç’ın ince beğenisinin de yeni bir kanıtı; bir anda ne kadar çok kazanç.
Bu sevince Oktay Şimşek de katıldı;Yara Falı’nı o basmayı düşünüyordu;ama Feridun’un önerisini duyunca, anasıyla babasına, oluşmuş güzelim kişiliğine yakışan bir davranışla, “böyle bir fırsat bir yazara yaşamında bir kez çıkar, sakın kaçırma canım” diyebildi.
Yaşasın Demokritos!

Adam Sanat, Şubat 2005, s. 229