1 Kasım 2003 Cumartesi

RUHİ SU’NUN KALITI

11 Eylül’ü görebildiniz mi ? Bu yılın en dürüst filmlerinden biriydi,
İlk bölüm İranlı yönetmenindi;İran’a sığınmış Afganlı göçmen çocuklarla öğretmenlerini anlatıyordu.Onlar derin mi derin bir kuyudan çıkardıkları bir kova suyla gelecek Amerikan uçaklarının yağdıracakları bombalardan korunmak üzere çamur karıp korunak yapmaya uğraşırken,dünyanın öbür ucunda,bu kez yolcu uçaklarını kamikazeye çevirtenler,o ünlü ikiz kuleleri bombalatıyordu.
Temiz yüzlü öğretmenleri,alışılmış ölçülere göre dünya çapındaki bu olayı onunkinden daha temiz yüzlü kızlarla oğlanlarına anlatmaya girişti ve sordu:bugün dünyada önemli ne oldu? Onların dünyasında ne olabilirdi? Bir ya da iki çocuk kuyuya düşmüştü;biri ölmüş,öbürünün bacağı kırılmıştı.
Kuledense haberleri bile yoktu,dahası ne olduğunu da bilmiyorlardı.
Ne önemi var? Onların yerine bilenler,karar verenler vardı nasılsa!
Claude Lelouche’un, Henri Laborit’nin sağır-dilsiz yeğenine oynattığı bölüm de çok çarpıcıydı.
Ken Loach’unki adına,ustalığına yakışıyordu.Şilili bir şarkıcı,kulelerde can verenlerin yakınlarına mektup yazıp şarkı söyledi;gönüllerini alırken,Şili halkına,Allende’ye,bütün dünyanın eşitlik,özgürlük isteyen güzelim insanlarına Amerikalı güdücülerin neler ettiklerini anımsayıp anımsamadıklarını sordu? Elbet yanıtsız kalacak bir soruydu bu! Amerikan sürüsünün sonsuza dek iğdiş edildiğini unutmaması gerekirdi!
Afrikalı yönetmen,gülümseten bir alayla Bin Ladin’leri yetiştirip kullananların bu düzmece şeytanları nasıl gözümüzün önünde dolaştırıp istediği yerlere uçuruşunu gösterdi..
İsrailli yönetmenin filmi olması gerektiği kadar çarpıcıydı:kuleler bombalanırken Kudüs’te saatlı bir bomba patlatılıyordu.parçalanan insanlar,yanan araçlar,yardım için,haberi yansıtmak için çırpınan kişiler.Hepsi yerli yerindeydi.Tek büyük eksik,hemen o gün ya da öncesinde ya sonrasında,Filistin kesimine yağdırılan uçak,tank,asker mermilerinin Arapça konuşan insan kardeşlere ettikleriydi.Eh,bu kadar kusur İsrailli sinemacıda da bulunabilir elbet!
Hintli hanımınki dürüst ve duyguluydu.
Bence,en zayıfı,İmmura’nınkiydi.
Sean Penn de, bir Amerikalı olarak,ancak bu kadarını anlatabilirdi; bir zamanların Arthur Penn’i değildi ki o!
Kısacası,göremediyseniz, hani şu yere göğe konamayan Benim Cici Silahım’dan daha önemli bir yapıt kaçırmışsınız.
Filmin,benim açımdan çarpıcı,sevindirici yanlarından biri de,hani bir zamanlar Fransız sinemasının ufacık tefecik,güzel yüzlü oyuncusu Jacques Perrin’in,filmlerden kazandığı paraları böyle filmlere yatırmak üzere yapımcılardan biri olmasıydı.Ee,herkes Marlon gibi ada alıp kendini biraya vurmuyor çok şükür!

*

Sağ olsun,sinema dünyasından kırk yıllık dostum Leyla Özalp,Remzi Kitabevi’nin bastığı Seni Seviyorum Sinema’yı,hem de imzalayıp kapıma dek getirip verdi.
Çok renkli geçmiş ayrıcalıklı bir yaşamın özeti.

İdris Atmaca da,Dönence şiir dizisinden iki kitabını yolladı: efekare,odasız ayna.
Cengiz Özakıncı’yı,Dil ve Din Payel yayınları arasındayken tanıdım; kitabı önce Nilgün okudu,sözünü etti,ben de kitaplıktan çıkarıp yaşamıma kattım.
Kısa bir süre öncesine dek,Türkçe yazılmış kitaplar beni o kadar doyurmazdı; ama bir süredir,Atatürk’ün ektiği tohumlar tam anlamıyla yeşerdi:dil-düşünce tutarlılığı,bilgi birikimi yerli yerinde. Üstelik,tersine,bu kez Batılı kitaplar eski büyülerini yitirdi:G 8’lrin sömürü balıyla salyaları akan ağızları artık dolaplarını gizleyemez oldular.
Cengiz de bu son tutarlı kuşaktan:ne diyeceğini,nasıl diyeceğini kusursuz biliyor.
Büyük bir talih sonucu,kitaplarını,o arada başka yoldaşlarımızın değerli, öğretici yapıtlarını varetmek üzere bir yayınevine kavuşmuş, kitaplarını sarıp sarmalayıp gönderdi.Birer ikişer değineceğim.
İki yanı da keskin diliyle ,çok haklı olarak,Dolmakalem Savaşları adını verdiği kitabında,yakın tarihimizin ünlü ünsüz döneklerine,satılmışlarına, alttan üstten doldurulmuş’larına değiniyor kurmaca kılığına büründürülmüş bir gerçekçilikle.
Aynı kavramları,tasaları paylaşanlar için büyük bir haz kaynağı!
Gönderdiği kitaplardan biri HüseyinKılıç’ın Antikçağdan Günümüze Batıda Kadın ve Cinsellik.
Yukarıda değindiğim gibi,yurdumuzda yakın günlere dek örneği görülmeyen ciddi araştırmalardan biri; yazar, Kölecilikten Feodalizme Tarih ve Kadın,Kapitalizmden Faşizme Kadın ve Cinsellik,Çözülüş Öncesi Sosyalist Kadın anabaşlıklarında topladığı incelemeyi yazabilmek üzere birçok ünlü yazarın pek çok yapıtını okumuş.
Kadına, dolayısıyla erkeklere, çocukları, kısacası bütün insanlara ettiklerimiz çok güzel özetlenmiş.
Ama şimdiye dek okuduğum kitapların çoğu gibi,Hüseyin Kılıç da bir tuzağa düşmekten kurtulamamış: kadına ve cinselliğe kuramsal savların daracık penceresinden bakmış.Çünkü,Wilhelm Reich’ın dışında,yararlandığı yazarlar, düşünürler bence canlı varlıkları anlayıp açıklamakta dayanmamız gereken temel bilimi,dirimbilimi bilmiyorlardı.
Nitekim,insanlık tarihi boyunca, ve ne yazık ki bugün bile, kahrolsun aile/ya da kentli aile bağırdık, bağırıyoruz.
Oysa dirimsel evrimi bilip unutmasaydık,amiplikten çift eşeyli üremeye geçildikten sonra,kahrolması gerekenin aile değil,her türlü artı-değerin,başka bir deyişle enerji fazlasının sömürülmesine,bir avuç bireyin elinde toplanmasına dayalı şu hastalıklı ataerkil aile olduğunu bile bile görmezden gelmeyecek;böyle anlamsız,gerçekdışı,evrendışı sözler etmeyecektik.
Hüseyin de, Beauvoir gibi,Kollontay gibi, dirimbilimden habersiz iyiniyetlilerin ardına düşüp iyiniyet taşlarıyla örülü cehennem yolunda koşmayacak;kadının sevişme,doğurma işlevinin özünde hazla donatıldığını;bu hazzı yaşaması gerektiğini;onu yaşamasına, erkeğe de yaşatmasına,on binlerce yıldır kapkara bilisizlik içinde bırakılan anaların yetiştirip pışpışladığı cangözleri körleştirilmiş zavallı erkeklerin ve elbet onların hem cellat hem kurban can yoldaşlarının yolaçtığını uslarından çıkarmayacaklardı.
Özellikle 1950’den sonra bir avuç öncünün dirimbilimde,başka bir deyişle bizi b.iz yapan alanda derledikleri bulgular şimdilik küçücük tarlalara ekiliyor,bundan önceki bütün ekinler gibi;ama canlı tohumun özelliği,ekildiği yerde kalmamak;bütün araçlardan yararlanıp yerkürenin dört bir yayına dağılmaktır.
Eytişim gereği,şu güzelim mavi gezegeni yoketmezsek,günün birinde gerçek dirimbilimsel doğruları da paylaşırız elbet.
*

Mahiye Morgül aracılığıyla tanıdığım Mustafa Yuluğ Nu’ya Şiirler ile Siyasi Partiler Türkiye’yi Niçin ve Nasıl Geri Bıraktırıyorlar adlı kitaplarını yollamış.
Yuluğ,sağlam bir siyaset ve maliye eğitimi almış –halkın böyle bir eğitim görme talihine eren ayrıcalıklı – çocuklarından;ama o da aldığı eğitimin hakkını vermiş,bilgisiyle,emeğiyle halkına borcunu ödeyip mutlu olmayı sürdürüyor.Sevinci eksik olmasın.
Güzeller güzeli Mustafa Kemâl’in kalıtına dört elle sarılanlar,bilenler biliyordur,Kurtuluş Savası öncesindeki gibi, Ulusal Güçler Birliği’nde,Yeniden Mudafaa-i Hukuk dergisinde savaşım veriyorlar.
Başlarında inançlı direnişçilerden Prof.Dr.Çetin Yetkin var,elindeki bütün olanakla. Her ay dergisinden birçok yararlı bilgi ve belge elde ediyorum.
Bu ayki dergisinin yanına,aynı ülkünün yorulmaz savaşçılarından Vural Savaş’ın Bilgi Yayınları’nca basılan Atatürk’ün Kemiklerini Sızlatan Parti:CHP adlı çalışmasını eklemiş.
Vural Savaş da,Mustafa Yuluğ gibi, okuyup aydınlanma talihini yakalamış,bu olanağı çok iyi kullanmış;yurdumuzu,Anadolu uygarlıklarını bütün varlığıyla sevip kollamaya çalışanlardan.Durmadan yazıp çiziyor,konuşuyor,aydınlanma-aydınlatma yolunda hiçbir çabadan kaçınmıyor.Geniş bilgi-belge dağarıyla her kitabı,her yazısı,her konuşması çok değerli birer destek onurlu,bağımsız,özgür yaşamak isteyen insanlar için.
Sevgili Hadi Bey unutulmaz sanat,ekin yuvası Akademi Kitabevi’nden tanıdığım Gürsel Caniklioğlu,kitaplarla,yazlarla iç içe geçirdi yaşamını;bence büyük mutluluk! Sanırım onca da öyle;ne zaman şimdi çalıştığı yere gitsem,yeni bir şiir,öykü kitabı önerir.
Bu kez kendi kitabını armağan etti:Ortalığa Savrulmuş Sorular.Yaşamının,okudukları-
nın tortusu.Dilerim gönlünce sürer kitap evrenindeki serüveni.

*

Yazları Assos’ta pek kitap okuyamam;deniz kıyısında,güzelim esintide,bir gölgeliğin altında,genellikle müzik dinlerim.Bu yıl da öyle yaptım.Seçerek götürdüğüm kasetler arasında,Ruhi Su,Robeson,Dimitri Hvorostovski gibi basları,bas-baritonları uzun uzun dinledim.
Hepsi kendi halklarının şarkılarını söylüyordu;Robeson’la Dimitri,operalardan ünlü parçaları da yorumluyordu elbet;ama kendi halk şarkıları çoğunlukla ya Hrıstiyan inancının ünlü söylencelerine dayanıyordu,ya da ikisi birden,Rus ordusunu,kahramanlıklarını öve şarkılar söylüyorlardı;elbet arada hem İngilizce’yi, hem Rusça’yı anadilim gibi bilmemenin getirdiği sınır da vardı;her şeye karşın Ruhi Bey’in türkülerini hem kendime daha yakın,hem de daha çok sayıda insanı kavrayıcı buldum.
Ruhi Su’nun Dadaloğlu Ve Çevresi adlı kasetini,evde de, Sevil’le,Serpil’le sayısız kez dinledik;Sıdıka Su,bu kaseti oluştururken,öncelikle sevgili dostum Ziya Şav’ın,sanırım 1960’ların başında,Hıfzı Topuz’un,Unesco’nun ünlü Dünyanın Şarkısı dizisinde yayınlanmak üzere istediği türküleri hazırlamak üzere Boğazdaki ahşap konakta çektiği banttan,Hâlet Çambel’in evindeki kayıttan,bizde alınmış türkülerden, bir de Ruhi Bey’in,savruk İsmail Cem’in TRT ‘nin başında olduğu dönemde verebildiği iki dinletinin aynı adı taşıyan ikincisinden alınmış bölümü kullanmış.
Dolayısıyla,sesi,en diri,en güçlü zamanında;ne yazık ki,öbür iki sesdeşi gibi,opera şarkıları söylediği dönemden hiçbir kaydı yok elde:o günlerde onu sahnede ya da radyodaki dinletilerinde dinlemiş olanlara ne mutlu! Ama o eşsiz yorumlar uçup gitti ne yazık ki!
Ancak,gerek Ziya Şav’ın evindeki kayıtta,gerek radyo dinletisinde,ses ve yorum Ruhi Su adına yakışır durumda;Cevat Çapan’ın evinde tanıştığım,sonra kendim de edinebildiğim kayıtta Ruhi Bey,aralarda,söyleyeceği türkü demetini kendisi sunuyor tadına doyulmaz Türkçe’siyle.Ve sonra,aman Tanrım! seste,sazda ne büyük bir arılık,duruluk!Ne inanılmaz yalınlık!
Sıdıka Abla’yla ortak çalışmalarımız boyunca,usul usul,bu bandın toptan kasete,plağa dökülmesi için çok yalvardım,üsteledim;ne yazık ki olasılık-gereklilik ikilisi buna izin vermedi!
Ama bu kayıt,bence,adını andığım öbür iki büyük yorumcunun hiçbir zaman ulaşamadıkları bir yücelikte,derinlikte;her dinleyişte tüylerim diken diken oldu,gözümden yaş geldi.
Ve hey ulu Tanrım! ne büyük talih,ne bulunmaz ayrıcalık!Sevil’le ben,işte bu ender yorumcunun en yakın dostlarından olduk ! Dahası,şimdi tadını çıkardığımız kaset ve disklerin oluşumuna katkıda bulunduk.
Aynı benzersizlik TRT’deki dinleti için de geçerli;seçip yorumladığı bütün türküler sıradışı,müthiş etkileyici elbet,ama özellikle Sabahtan Şah’ıma Vardım’ı benimle birlikte dinlemenizi isterdim:her dörtlüğün son iki dizesinin yinelenişinde Ruhi’ciğim sazı öyle bir perdeden,öyle usul ince çalıyor ki,anlatılması olanaksız.Ve işte bu olmalı sanatın verebileceği hazzın doruğu!
Bu yıl 20 Eylül’de gömütünün başında toplaşıp onu ananların arasında olamadık,ama bu kasetle her gün,her an bütün varlığımızdaydı:ne büyük varsıllık!

İyi ki geldim...

der şiirlerinin birinde:ah canım! elbet iyi ki geldin,iyi ki sana rastlayıp bağrımıza basabildik.

Adam Sanat, Kasım 2003, s. 214