2 Eylül 2004 Perşembe

NURGÜL

Küresel yozlaşma bütün güzelim insanca değerleri yok etti ya,elbet değerbilme de aralarında gitti;canım dostum ressam Julide ansızın göçüp gittikten sonra yıllarca emeğinden,yaratıcılığından yararlanmış,resimlerini satmış olanlardan çıt çıkmadı;bereket hâlâ birkaç güzel insan yaşıyor.
Girgin kardeşleri bugüne dek uzaktan,çelebilikleriyle tanıyormuşum;1 Temmuz akşamı Beşiktaş Ihlamur’daki galerilerinde Julide’nin anısına bir Yaz Karması düzenlediler A. Fazıl Aksoy,B.B.Gürbüz,E.Ebulfetoğlu,Ekrem Kahraman,Fahri Sümer,Doğan Paksoy,H.Taşdemir,İ.Biret,K.Yaşlıçam,Mehlika Baş,M.Özel,N.İlmek,Ö.Yemenicioğlu,Ramo,Rifat,S.Özkaygısız,Tekin Artemel,T.Erkal,Yaşar Yeniceli’nin resim,Otar Sharabidze’nin seramikleriyle katıldıkları sergiye,son anda,ricamı kırmayarak,büyük bir incelikle Nâlân-Cânan Ünal kardeşlerle Melih Özuysal’ı da eklediler.
Dedim ya,tüketim çılgınlığı,televole tüm insanca değerleri sürükleyip götürdü,gazetede duyurulduğu hâlde,bu kaynaşma,kenetlenme,sarılışma sergisine bir avuç sanat ve Julide’sever katılabildi.Peki,öyle olsun zavallı insan kardeşlerim;bindiniz bir alamete,hızla gidiyorsunuz kıyamete.

*

Sonunda Vedat Günyol da yorulup göçtü.
Yurdumuzda toplumcu kuramın temel yapıtları henüz basılamazken Yeni Ufuklar Yayınevi’nde yakın dostları Azra Erhat ve Sabahattin Eyuboğlu ile el ele şimdi artık adları bile anılmayan bir dizi değerli,aydınlatıcı yapıtı yayınlama yiğitlik ve onurunu da taşıyan sevgili usta,ömrünü insan kardeşlerini aydınlatmaya adamıştı;ömrü,bir bakıma,yakın tarihimizin özetiydi:ışıltılı Atatürk dönemini de,Büyük Önder’in etkisinin henüz silinemediği 45 öncesini de,Batı Uygarlığı’nın temel yapıtlarının Türkçe’ye kazandırıldığı Hasan Ali Yücel dönemini de,1950 seçimlerinden sonra Amerikan uşaklarının büyük bir hızla yürürlüğe koydukları Küçük Amerika Olma evresini de,onu izleyen kısa süreli,ama ülkemize ilk çağdaş,özgürlükçü Anayasa’yı kazandıran 60 Dönüşümünü de,ardından gelen İmam Hatipleştirme sürecini de,o yetmeyince,yine dış kaynaklarca beslenip yönlendirilen kardeşi kardeşe vurdurma oyununu da,ardından tepemize indirilen 1980 yumruğunu ve kendileri gitse de etkileri hâlâ süren ılımlısı aşırısıyla bütün Sol’u,sol düşünceyi temizleme kasırgasını da gördü;doğanın bağışladığı dirimsel enerjiyle,ABD ve ortaklarının İMF,Dünya Bankası aracılığıyla başımıza ördükleri son çorapları da,dost dost diyerek başımıza geçirilen çuvalları da yaşadı.Doğrusu dünya yazın tarihinin bütün nehir romanlarına taş çıkartacak bir yaşam.Sonunda evrenin yaratıcı enerji okyanusuna geri döndü.
Ömrüne,emeklerine yürekten saygı.

*

Onun kadar yakından tanımış olmasam da aynı derecede sevgi,saygı duyduğumu başka bir usta,Saura’nın unutulmaz danslı-müzikli filmleri Kanlı Düğün ve Carmen’in ortak tasarlayıcı-yaratıcısı Antonio Gades de evrenin yıldızları arasına dönüverdi.
Ardından yazılanlardan,nasıl inançlı bir toplumsal adalet ve mutluluk sevdalısı olduğunu öğrendim;toplumcu ülküyü kırbaçla değil sevgiyle kurmayı başaran Fidel Castro’yla ne kadar sıcak,yakın bağları olduğunu okumak,duygusal-düşünsel tutarlılığı bütün erdemlerin başı,özeti sayan beni sınırsız sevindirdi.Evrensel çekim yasası burada da işlemiş demek,benzerler birbirini bağırlarına basmışlar.Ah!nasıl da az bu umut verici,insan deyince tasarladığımız değerlere yakışan örnekler!
Güle güle canım kıvrak bedenli Flamenco ustası!

*

Her yılki gibi bu yaz da önce Sevil’le Serpil,sonra ben Assos’a sığındık;ardından Nilgün de bize katıldı.
Gitmiş olanlar bilir,Behram Köyü’nün henüz kaba taş döşeli iki anayolu boyunca çevre köylerden gelmiş Yörük kadınlarıyla çocukları ve köyde yaşayan kadınlar iki yana dizilir ya da yolda dolaşıp ürünlerini satmaya uğraşırlar.
Birkaç yıldır bunlar arasında çilli yüzü,ışıl ışıl renkli gözleriyle,tatlı dili ve inceliğiyle dikkatimizi çeken küçük bir kız vardı:Nurgül.
Geçen yıl abisi Hasan da yanlarına katıldı,ya da biz ayrımına vardık;anneleri Hanife’nin de çocuklarına aktardığı güzel gözleri varmış meğer;ama o,biri ölen ve adını evin tek oğluna bırakan beş çocuğun,yoksulluğun,yaşama savaşının altında erkenden çökmüş,dişleri dökülmüş,güzelim yanakları kırış kırış olmuş;bu yıl anlattığına göre,bir de korkuç araba kazası geçirmemiş mi?tamam.
Bu yiğit,soylu insanlar,onlar gibi göçebelikten,Yörüklükten geldiklerini unutup hepsine diş bileyen Behramlıların arasında aşağılana aşağılana ayakta durmaya çalışıp hem köy yollarını,hem Kadırga Koyu’nu bıkıp usanmadan arşınlıyor,kekiklerini,uğurlarını,kendi dokudukları heybecikleri,kilimleri satmaya uğraşıyorlar.
Ailenin en küçüğü Nurgül 10 yaşındaymış,ama bedensel görünüşü 6;öyle tatlı dilli,öyle sevimli ki,tüketim toplumunun tuzağına düşüp insanlıklarını unutmamış ender kişiler onu ve kardeşlerini bizim gibi sevgiyle,sevinçle bağırlarına basıyorlar.
Nurgül’le Hasan’ı ömürlerinde ilk kez denize soktuğumuz gün,Hasan’ın deniz donu yanındaydı,ama Nurgül’e bir şey yoktu;bereket Nilgün’ün kıvrak anlağı yetişti imdada;mayolarından birini yandan iplerle bağlayıp iyi kötü bir deniz donu yaptı;Nurgülcüğümüz sevinçle koşturdu kar beyaz,cıpcılız bedenini mavi sulara.
Bizim bu ister istemez az yıkanabilen,köylerinde akarsu olmadığı için belki hiç yıkanamayan,kendileri gibi giyinmeyen –Nurgül’ün ufacık şalvarı annesiyle aynı kumaştan,dallı güllü- yavrularla ilgilenmemizi büyük çoğunluk kıyasıya yargılayıp kınarken,hemen önümüzde güneşlenen,adlarının Patricia ve Deniz olduğunu sonradan öğrendiğim güzel bir ana kız gülümseyerek,olumlu bakışlarla bizi izliyordu;bundan yüreklenip küçük kız için eski bir mayoları olup olmadığını sordum;ana kız elbette var,ama doğal olarak İstanbul’da,karşılığını verdiler.Ve insana yakışan bir davranışla,”oradan size yollasak bu güzel yavrulara ulaştırır mısınız?” diye sordular;ulaştırmaz mıyız;hemen adresler alınıp verildi,ve insanlık adına ne büyük mutluluk,kısa sürede sözlerini tuttular:dün akşam Sevil giysi paketinin geldiğini haber verdi;doğal olarak bugün köyde Yörük Bayram’ın ailesi için küçük,ama önemli bir şenlik var.Çok yaşayın güzeller güzeli Patricia’yla Deniz!
Bu iyi yürekli insanlar gittikten birkaç gün sonra,bizim çocuklarla yaşayışımızı yandaki uzuniskemlelerden gülerek izleyen üç kişi gözümüze ilişti;Nurgül’le Hasan,denize girip çıktıktan sonra,hemen kekik torbalarına yapışıp üş beş kuruş daha kazanmaya girişirler;baktık hanım gülümsüyor,Nilgün:Siz de kekik almaz mıydınız?diye sordu.Böylece Zeynep,Sinan ve Müge Konca’yla da tanıştırdı Nurgül’le Hasan bizi.
Zeynep dokuma tasarımcısıymış,bıkmış,içindeki asıl sevdaya,resme vermiş kendini:Azerbaycanlı bir öğretmenden ders alıp bu sanatı öğrenmeye çalışıyormuş;Sinan denizci;Müge de henüz lisede.
Paricia’yla Deniz gibi,onlar da gerçekten,yürekten ilgilendiler bizim köylü çocuklarımızla;bağırlarına bastılar,her gün mutlaka bir iki şey aldılar,birlikte midye dolmaları yediler;yine adresler alınıp verildi,İstanbul’da da haberleştik;olabilecek bir küme eski giysi de onlardan gelecek,Behram’a götürüp yavrularımıza vericem.Paylaşmanın tattırdığı benzersiz mutluluğu unutmamış güzel insanlar tanımak şu korkunç ortamda insana yaşama umudu kazandırıyor.
*

Nurgül’le Hasan’ın,ablaları Ünzile’nin tattırdığı mutluğun benzerini köyde,hemen evimizin yanıbaşında bulmayalım mı?
Ortaköy’de yaşayan Aydın doğumlu ressam dostum Melih Özuysal gibi kendini bildi bileli ressam olmak isteyen Manisalı köylü çocuğu Önder Tokuç,inişli çıkışlı bir çocukluk-gençlik döneminin ardından,S.D.Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar Fakültesi’nin sınavlarına girmiş;hem resim,hem sahne tasarımı bölümlerini izleme hakkını elde etmiş, içinden gelen sese kulak verip tiyatroyu seçmiş;öğrenim bitince bir süre İstanbul’da dizi çekimlerinde görev almış,sanat yönetmeni yardımcılığı ve yönetmenliği yapmış;sonunda resim sevdası ağır basmış,o işi bırakıp kendini resim ve seramiğe vermiş.
Bu seçimde,sanat yönetmeni yardımcılığını yapan Özgün Başaran’ın hatırı sayılır payı var sanırım.
Adına yakışır biçimde özgün biri kişi olan Özgün aslında kazıbilim okumuş;Gülpınar yolundaki Kocaköylü,Köy Enstitüsü’nde okuyup öğretmen olmuş babasıyla aynı işi yapan annesi ve kızkardeşi Özge’yle Çanakkale’de yaşamış lise bitene dek;sonra İstanbul,Marmara Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü.
Dünyanın ve Türkiye’nin düzenleri bu kadar allak bullak edilmemiş olsa,Özgün’ün yeri,köyüne,kentine yakın Assos kazılarıydı elbet;ama her yerdeki gibi,”peki yaz bir dilekçe,bakalım”,demiş kazıları kırk yıldır yöneten,ama yürütmeyen ünlü amca.
Önder dizileri bırakıp ressamlığa dönmeye karar verince,sevgilisi Özgün’le el ele önce doğduğu yere yakın olduğu için sandığım Cunda Adası’na gitmişler,yerleşip çalışacak ev aramışlar;bulunamamış.Bunun üzerine Özgün onu alıp Behram’a getirmiş;Önder’in ilkin çok itici-yıkıcı bulduğu köyü sonra benimsemişler,kışı geçirmek üzere bir ev bulup yerleşmiş,o arada şimdiki evlerini üç yıllığına kiralamışlar.
Ev,bütün eski Behram evleri gibi yıkık dökük,küçük bir yuva;üstelik tavanı göçük,alt odası düpedüz ahır.Ama Önder’in okulları bitirmezden önce yaptığı 12 yıllık marangozluk çok işlerine yaramış;iki sevgili,el ele,can cana o yıkık yuvayı ayağa kaldırmış,tepeden tırnağa yenilemişler.
Önder,çiftçi babasından öğrendiği bağcılık- bahçecilikle,görkemli bir dut ve incir ağacının bulunduğu avlularını kısa sürede yeşil bir cennete çevirmiş:binbir çiçek,her türlü sebze ekmişler;şimdi,ahırdan çıkan doğal gübrelerle sözün tam anlamıyla gövermiş domateslerden,kabaklardan,biberlerden,patlıcanlardan bize de düşüyor.
Özgün,öğrendiği dalda iş bulamayınca,yine sevgilisinin,15 günlük eşinin yardımcılığını üstlenmiş,hemen elini çamura sokmuş;ama epey yetenekli besbelli,sevgi de eklenince,kısa sürede işi kavramış;şimdi,Önder’i zaman zaman şaka yollu kıskandıracak güzellikte tabaklar,seramik resimler yapıyor.
Önder’in ışıl ışıl renkli resimleriyle seramikleri avlunun duvarlarına,kapı önüne saçmışlar;kapıları hep açık;evleri köyün tek küçük alanında;gelen,Tapınağa çıkmazdan öce,önce bu sıradışı avlu-galeriyi görüyor: Galeri Leleg.
Leleg adını,Özgün’ün kazıbilim bilgisi sağlamış;Lelegler,buraya yerleşen ilk kavimmiş.
Sözün kısası,bu yaz yeni güzel insanlarla zengileştik.
*
İstanbul’a dönünce,sevgili dostum Metin Aydoğan’ın nicedir üstünde çalıştığı kitabı buldum karşımızdaki Zümrüt Fotoğraf Stüdyosu’nda:Umay Yayınları’nın bastığı Antik Çağdan Küreselleşmeye Yönetim Gelenekleri ve Türkler.
Metin Aydoğan,1162 sayfalık yapıtında,yeryüzündeki bütün insan toplumlarında,dün bugün,toplumsal yapılanmanın,örgütlenmenin nasıl oluşturulduğunu incelemiş;gerek Avrupa,gerek Çin,Hint,İran uygarlıklarında toplumsal-siyasal örgütlenme ve yönetim biçimlerini yakından irdelemiş;ardından Orta Asya’dan başlayıp Anadolu’ya,yakı tarihimize dek bizimkileri ele almış.
Önceki yapıtlarındaki gibi,kesin,kararlı bir Atatürkçü-aydınlanmacı yaklaşımla,bugüne dek bütün dünyanın tepesine çöken kandırmacı Batılı söylemi aşıp insanlık tarihinin toplumsal özetini çıkarmaya girişmiş;elbet her ulusu yerli yerine oturtarak;ve Türklere,Ulu Önder’in özlemi uyarınca,asıl kimliklerini,yeteneklerini,geleneklerini göstermeye çalışarak.
Dolayısıyla,masallardan,beyin yıkamalardan arınıp kendini ve öbür insan kardeşlerini önce anlayıp sonra bu yeni ışıkla kucaklamak isteyen herkesin kesinlikle,hemen okuması gereken bir yapıt.
*

Kaynak Yayınları son kitaplarını gönderdi;önce Atatürk’ün Bütün Eserleri’nin 13. cildini anayım.
Aslında,kalıtını bıraktığı,ama 1980 darbesiyle toz duman edilmiş iki temel kurumdan Türk Tarih Kurumu’nun yerine getirmesi gereken bu yaşamsal görevi Kaynak Yayınları üstlenmiş;15 ciltte tamamlamak üzere Atatürk’ün elinden ya da ağzından çıktığı denetlenip saptanmış yazı,söyleşi,demeç,bildiri,yönerge ne varsa taranmış;tarih sırasına konmuş;belirledikleri ilke uyarınca, 40 yaşlarındaki okur-yazarların anlayabileceği dile dönüştürülmüş.
Şimdi hızla altı oyulan,temel taşları sökülen Cumhuriyetimiz nasıl oluşmuş,Kurtuluş Savaşımız nasıl kazanılmış öğrenmek ya da anımsamak istiyorsanız,son derece değerli ayrıntıları bu 13 ciltte bulacaksınız;boş konuşmamak isteyenler için vazgeçilmez bir kaynak.Emeği geçen herkesi kutlamak gerekir.
İkinci yapıt,Doğu Perinçek’in;Mafyokrasi:Emperyalist-Kapitalist Sistemin Mafyalaşması ve Türkiye.
Aslında bu konuda azıcık düşünmüş olanlar biliyor:anamalcı düzensizliğin başka bir yere varması olanaksızdı,kendi olağan akışını sürdürüyor;canlı-cansız varlıklarıyla gezegenimizi,onun üzerindeki yaşamı önemsemediği,önemseyemeyeceği için,siyasal-parasal erki elinde tutabilmek için çeteleşmek,mafyalaşmak zorundaydı,onu yapıyor.Daha doğrusu şöyle demek gerekir belki:oluştuğu günden beri silahlı bir çetenin koruması olmadan yaşayamazdı.
Doğu,ayrıntılı başlıklar altında,ülkemizin kıstırıldığı yeri,nedenlerini,olası sonuçlarını irdeledikten sonra,gerek ulusumuz,gerek öbür ezilenler için çıkışın,kurtuluşun nerede olduğunu da gösteriyor:Birinci Kurtuluş Savaşı’ndaki gibi,Ya Bağımsızlık,Ya Ölüm’de.
Hasan Yalçın’ın kitabı,Romanda Aydın Tipleri;Yalçın bu çalışmasında,dünya yazınının önemli yapıtlarını,bunlardaki örnek tipleri ele alarak toplumcu bakışla değerlendirmiş;Oblomov,Rudin,Dostoyevski’nin Ecinniler’inden alınmış üç tip;Kafka’nın ünlü Dâvâ’sından yola çıkarak Orson Welles’in çektiği film;Adalet Ağaoğlu’nun Üç Beş Kişi adlı romanındaki tipler değindiği örnekler arasında.Toplumcu-gerçekçi bakışla yazın-film eleştirisinin nasıl yazılacağını görmek isteyenlerin seveceği bir derleme.
Fikret Akfırat canımızı sıkan,yakan bir konuyu,ABD’nin Irak’ta Kürt devletini nasıl bütün dünyaya sokuşturduğunu incelemiş en ayrıntılı biçimde: Kukla Devlet,ABD Kürdistan’ı Nasıl Kurdu.
Kürdistan’ın Güneydoğu Anadolu’yu yutmasını önlemek isteyenlerin dikkatle okuması gereken bir kitap.
Sonuncu çalışma Hikmet Çiçek’in:Dr.Bahattin Şakır.İttihat ve Terakki’den Teşkilatı Mahsusa’ya Bir Türk Jacobeni.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, ülkenin açgözlü Batılı buyurucularca parçalanması sırasında yurdunu korumak,kurtarmak,yeniden yapılandırmak için gönül ve can verenlerden;hiçbir siyasal koltuğu kabul etmemiş,aydınlık ülküsü uğrunda çalışıp didinmiş pos bıyıklı,yakışıklı,hüzünlü bakışlı bir ilerici.Hem umut kırıcı,hem verici bir örnek:en zor koşullarda gerçek yurtsever nasıl davranırı anımsamak isteyenler için.
*
Son kitaplar Papirüs Yayınevi’nden;ilki,İsviçreli yazar Priska Furrer’in bir incelemesi:Sevgi Soysal,Bireysellikten Toplumsallığa.Yasemin Bayer çevirmiş Türkçe’ye.
Priska Furrer çok ilginç bir insan;Ortadoğu Dilleri ve Ekinleri okumuş;dilimizi öğrenirken ülkemize gelmiş,çeşitli yöreleri dolaşmış.1987-88 arasını İstanbul’da geçirmiş.1990’da Sevgi Soysal üzerindeki doktora çalışmasını bitirmiş.Doçentlik savının konusuysa,Çağcıl Türk Romanında Tarihin Anlamlandırılması (2003).Şu anda,Aargau Kantonu Eğitim Müdürlüğü’nde, göçmen çocukların eğitiminden sorumlu.Ne güzel bir yaşam değil mi?Şu yozlaşan dünyada bile insan kalmak isteyenlere böyle yan yollar var hâlâ çok şükür.
İkinci kitap da bir inceleme-eleştiri,Hüseyin Köse yazmış:Bourdieu Medyaya Karşı/Medya.İşbirlikçi,Zorba ve Çığırtkan.
Hüseyin Köse,bilgi edinme gereksinmesiyle haber verme,giderek koşullandırma arasındaki karmaşık,tehlikeli ilişkileri ele almış çalışmasında;meraklısı için kesinlikle yararlı bir yapıt.
Sayın Köse belli ki çalışkan bir insan,bir de masal kitabı çevirmiş yayınevine:J.P.Cléris de Florian’dan Florian Masalları. La Fontaine’le eş tutulan,baba yönünden Voltaire’in yeğeni yazarın çocuklar için kafa karıştırmayan,uyutmayan,kandırmayan masalları.

Adam Sanat, Eylül 2004, s.224