1 Mayıs 2004 Cumartesi

DÜRÜST RESSAMLAR

Cevizkabuğu’na bu hafta Anıl Çeçen konuk oldu;ve şimdilerde sıkça sözü edilmeye başlanan BOP’u (Büyük Ortadoğu Projesi’ni) konuştular.
Anıl Çeçen’i Cumhuriyet’teki yazılarından,daha başka ilerici,cumhuriyetçi girişimlerden tanıyordum elbet;ama doğrusu, son yıllarda rastlayabildiğimiz gerçekten geniş bilgili,tutarlı,dürüst aydınlardan biri olduğunu ancak bu söyleşi sonunda görüp sevindik Sevil’le.
Çeçen,Atatürk’e yakışan bir açık kafayla,başta İngiltere,sömüre sömüre,tepeleye tepeleye yetiştirdiği,şimdiki gücünden dolayı buyruğuna girdiği ABD’nin ve ayrıntılar konusunda itişip kakışıyor gibi görünseler de G8’lrin öbür timsahlarının bugünkü enerji kaynaklarının %70’ini,ilerki kaynakların da %49’unu barındıran Ortadoğu’nun yereysel olarak sınırlarını çizdi;dünyaya egemen olup bütün bu kaynaklara el koymayı kararlaştırmış bu timsahların,bu tasarının tam 500 yıllık sahibi İngiltere’nin gizli öncülüğünde,önce Ortadoğu denince çoğunluğun aklına gelen Mezopotamya havzasına,sonra Balkanlara,Kafkaslara ve elbet Orta Asya’ya koşulsuz egemen olabilmek için nasıl 24 saat 365 gün ince hesaplar yaptıklarını;şimdi de bu hesapları yürürlüğe koymaya giriştiklerini ayrıntılarıyla anlattı.
1919’da o inanılmaz yıldızın,Mustafa Kemâl’in öncülüğünde Anadolu insanının canıyla bozduğu Ön Asya’yı parçalayıp bölüşme tasarısı,bugün,belki ortak sayısını azaltarak, eskisinden daha kararı sürdürülüyor.Mezopotamya havzasıyla Güneydoğu Anadolu,Toros Dağları’nı da içine alarak,onlara göre tarihin temel taşı Büyük İsrail halkına;kısaca Kars yöresi diyeceğimiz Kuzey-Doğu Anadolu ABD’nin denetimindeki Ermenilere;Trakya ve Ege de AB’deki aç gözlülere bırakılacakmış.
Sayın Çeçen ve konuşmaya katılan dürüst,yurtsever kardeşlerimizi son derece önemli ayrıntıları anımsattılar;örneğin,Arafat’la birlikte Nobel Barış Ödülü verilmiş,hem de solcu-toplumcu(?) Şimon Peres,daha 1995’te ,Yeni Ortadoğu diye bir kitap yazmış;Anadolu’nun ve Mezopotamya’nın paylaşım tasarısını anlatan bu değerli(!) yapıtı,övüne övüne,Milliyet yayınları basmış.
Ee,bugün de Kıbrıs’ı bir an önce verme,sonra Anadolu’nun yukarıda söylediğim gibi parçalanmasını gerçekleştirme niyetlerini gözümüze bakar baka,eldeki ütün iletişim araçlarıyla övmüyor,karşı çıkanları yerden yere çalmıyor mu yerli işbirlikçiler?
Neyse ki zaman zaman ordudan kimi sözcüler,İP,ATO.ADD gibi kurum ve örgütler eldeki bütün olanaklarla bu tasarıya karşı çıkıp artık onurlu bir simgeye dönüşmüş olan Rauf Denktaş’ı destekleme yürüyüşleri,toplantıları,gösterileri yapıyorlar.
Ankara’lı Ayşegül Okay,bir iletiyle,arkadaş sözcüğünün,oklu yalı günlerde,kendilerini arkadan gelecek saldırılardan korumak isteyen Türklerin,sırtlarını bir kayaya yasladıklarını,buna arka taş dediğini,sonra Azeri söyleyişiyle bunun arka daş’a dönüştüğünü anımsattı.
Doğrusu,olasılık-gereklilik ikilisi Rauf Bey’e en yakışan soyadını vermiş:Denk-taş:üstlendiği tarihsel göreve yüzde bin denk bir taş o!
Ve yine aynı ikili,bir zamanların Özal yağcısını alıp uçurdu,bunları,yolu kesilmese Türkiye’yi şimdi işbaşındakiler kadar amansızca soyacak adamın kanalında konuşacak yere getirdi; evrene binlerce şükür elbet:devrimcilikten,ilericilikten soyguncu uşaklığına savrulan yüzlerce,binlerce sülüğe bakınca Hulki’yi ayakta alkışlamak gerekiyor.
Hulki yararlı bir iş daha yapıyor:bu söyleşileri kitaplaştırıyor;demek ki kısa bir süre sonra Anıl Çeçen’in anlattıkları da basılacak;aman çıktığı gün alın,eşinize dostunuza armağan edin:bu kitabı okumadan ulus olarak varlığımızı sürdüremeyiz çünkü!
*
Lodosun İstanbul’u allak bullak ettiği akşam,Nilgün’ü Karaköy’den vapura bindirdikten sonra tünelle yukarı çıktım;tramvay beklerken,her zamanki gibi saçı başı karışık,ama aklı dupduru,apaydınlık dostum Yusuf Katiboğlu çıkageldi yağmurun içinden;Galatasaray’a doğru giderken,şuracıkta sergim var,vakit bulunca uğra,dedi;ben de,küçük bir işim var,sonra birlikte gidelim,diye yanıtladım.
Ünlü ayaktopu kulübüne yakın bir ara sokakta,Sanat Odası adında yeni bir galeri açılmış;daha önce Cihat Burak’ın özgün baskılarını sergilemişler; o günse,bir süre önce asılmış olan Yusuf’un yapıtları vardı duvarlarda.
Geniş merdivenli,geniş tavanlı eski bir İstanbul evinde açılmış galeri.
Yusuf’çuğum,her zamanki bitip tükenmeyen coşkusuyla,sevinciyle hem gösterdi,hem anlattı resimlerini;geçen yıl anlattığı,bir ağacın kovuğunda,kemençesine karışmış bir yarı derviş,ustasından aldığı kâide’yi arıyordu;başka bir resimde,Yusuf’un cin gözleri,dikilmiş,kocaman çizdiği ayaklarına bakıyordu;öbüründe,Yusuf,babasının çalıştığı derme çatma bir tahta iskelenin dibinde,denizin içindeydi.
Soruyorlar bana,senin biçemin yok mu? diye sürdürdü anlatısını;işte bu birbirine pek benzemeyen resimler arasında alttan alta belirgin bir su yürüyüp gidiyor,onun dışında biçem mi olur yahu!
Dürüst,doğru söze ne denir?
Sergiye giderken,yağmur altında,yanımızdan geçip gitmiş bir genç kıza seslendi aloo diye;Almanya’da doğmuş,yarım yırtık Türkçe konuşan bir dilber;bütün dostlukları gibi, öyle doğal,öyle gösterişsizdi ki kızla konuşurken;genç kıza daha başından güven verdiği belliydi.
Dostum olması,büyük talihtir.
*
Bu ay Antik’e Muzaffer İlhan Erdost konuk geldi;Muzaffer,yakın geçmişimizin acıklı bir özeti gibi:70 ve 80 fırtınalarında en çok yara alanlardan.
Onca acının altından,çalışarak,üreterek,yazarak,yayınlayarak kalktı;tin’i kabuk bağlamasın diye savaş alanındaki çadırında,geceleri kandil ışığında roman okuyan Mustafa Kemâl gibi,o da kendini resme vermiş;hem kendini,hem bizi şu acımasız anamalcı dünyanın dayanılmaz görüntülerinden kurtarmak üzere,bin bir renkli bir masal evreni oluşturmuş.
Yolu çiçekli olsun.
*
Başka bir soylu yorumcu da,sanırım Akademi yıllarından beri tanıdığım Jülide;öğrencilik döneminde ilkin güzelliğine,ince uzun boyuna,kaşına gözüne vurgundum;şimdiyse tutarlılığına,dürüstlüğüne,hiçbir esintiye kapılmayışına,kendisi kalma,kendi resmini yapma yürekliliğine;hem de,herkes gibi,dayanılması zor acılar çekmesine karşın.
Kadınlarında,çiçeklerinde,ağaçlarında,aynı yakınmasız,soylu acının koyu renkleri.
Jülideciğim,saygıyla,sevgiyle eğiliyorum önünde.
*
Ankaralı okur-iletişim ağı dostum Ayşegül Okay geçen gün Doğan Cüceloğlu’nun Aralık 2002’de yazdığı bir yazıyı gönderdi;Cüceloğlu bu yazıda,kısaca şöyle diyor:
Ben,Amerika’da 25 yıl kalmış bir insan olarak şöyle bir gözlem yapıyorum.Amerika’da hiç eğitim görmemiş bir insanla aynı odada kalmaktan korkarım.Beş dolar için gırtlağımı kesebilir.Eğitim orada gerçekten bir fark yaratıyor.Eğitim yükseldikçe,uygar,olgun,sorumluluk sahibi,verdiği sözü tutan,kişisel bütünlüğü olan bir insan olma yolunda ilerliyor.İstisnalar kesinlikle olabilir,ama genellikle böyle.Türkiye’ye gelip baktığımda iki faktör görüyorum.Şehirleşme ve eğitim.Türkiye’de şehirleşmiş ve eğitim görmüş insandan korkuyorum.Kesinlikle insafsız,kendinden ve yakınlarının çıkarından başka bir şey düşünmüyor.İliğini sömürür bitirir,hiç acıma duygusu yoktur.Ama şehirleşmemiş,okumamış,saf köylü olarak kalmışsa,onda değerler bilinci çok yüksektir.Sanki eğitilmiş Amerikalı.Burada çok önemli bir gözlem var.Bunun üzerinde düşünmek lâzım.Benim analığım yörüktü.Annem öldükten sonra babam yeniden evlendi.Biz ona anne demedik,Ayşe Teyze dedik.Ben daha on yaşındayım,sapanla vicik dediğimiz küçücük bir kuşu vurmaya çalışıyorum.”Vurma oğlum”,dedi.Ben,sen ne bilirsin Yörük karısı tavrı içinde.”Ne var,parmak gibi küçücük bir kuş” dedim.Analığımın cevabı:”Yavrum! Canın büyüğü küçüğü olur mu?Allah her birine bir can vermiş.Vurma yavrum,günah.”
Bu öğretici yazıda hem dil,hem düşünce açısından birkaç şey gözüme çarpıyor: okumakla eğitim bir değildir,nitekim Yörük kadını eğitimlidir,binlerce yıldır kuşaktan kuşağa aktarılan evrensel temel eğitimi dolu dolu almıştır;asıl bilinmesi,unutulmaması gerekeni bilmektedir;buna karşılık,gidip 25 yıl aralarında yaşamadım,ama gerek buraya gelenlerinden,gerek bütün iletişim araçlarında gözükenlerinden,yazıp çizdiklerinden,yapıp ettiklerinden çok acı biçimde biliyorum ki, okutulmuş Amerikalılar tam anlamıyla bir insanlık vebasıdır!
Aslında bunun Amerikalılıkla o kadar sıkı bağı yok elbet,bütün sömürücü,anamalcı toplum bireyleri böyle;Avrupalısı da,Türkiyelisi de!
Bir lokma bir hırkayla yetinmeyi bilen,unutmamış olanların hepsi uygar,olgun,sorumlu, özü sözü bir varlıklardır; hepimizi kirleten,yozlaştıran,eğitim diye yutturulup gittikçe daha pahalı satılan şu öğütücü öğretimdir.
Sözcükler aslında mermi kadar öldürücü,altın kadar değerli;yazın emekçilerinin en az hekimler kadar sorumlu davranmaları gerekiyor.
*
Cihangir’de ısıtma-soğutma işiyle uğraşan bir işyeri var,hemen yakınımızda;orada çalışan hanımlar hep birlikte hayvansever:ortak avlumuzda yığınla kedi besleniyor;sokağa bırakılmış sakat köpekler bağra basılıyor.
Bu sabah gazete almaya giderken,bir süredir ortalıkta dolaşan tüyleri gözünü kapatan dişi köpeği,onların dükkânın önünde,arkadaşıma kuyruk sallarken buldum.Bir Alevi sözü var:Doğru geldi isen dosta/öldü isen can bulunur,der.Köpecik doğru dosta gelmişti,hemen benimsendi,okşandı,kedilere dökülmüş mama zaten kapı önündeydi.
Taksim’e gittim,dönüp gazetemi aldım,yürürken sokağın daha önceki sahibi köpekler bu yeni gelenin,ve ondan da sonra ortalıkta belirenin tepesine çullanıp bir süre uludular;sonra koklaştılar,barıştılar,kimse kimseyi parçalamadı.Derken bizim uzun tüylü ısıcının önüne doğru koştu,sonra geri döndü,az önce kendisini pıstıranlara en gür sesiyle havladı,uzun uzun:benim burada ablam var,sıkıysa şimdi gelin bakalım!
Hanım dostum çıktı:Ne havlıyorsun,gel içeri! dedi;hiç aldırmadı,gövde gösterisini sürdürdü.
Bir önyargıyı yıkmak,atomu parçalamaktan zordur diyen Einstein’ın tini çınlasın;hayvan hayvandır,tini de,bilinci de,usu da yoktur diyenler sonyargılarından döner mi acaba?
O arada,bu güzel özdeyişi dile getiren Einstein de zaten,evrendeki enerjinin işleyiş yasalarının temelini özetledikten sonra,Her şeye karşın Zeus vardır diyerek sonyargıyı bozmamıştı!
*
Sevgili dostumuz Azime Korkmazgil,yine sevgilisini anmaya gelmişti;ama bu kez kendine birkaç gün tanımış İstanbul için,belli ki Duygun büyüdü.
Hemen bir iletişim ağcığı kuruldu,sevenleri onu bir yemekte kucaklayacaktı;derken o olmadı,ancak yerine daha güzeli oldu:Gülsen Tuncer-Engin Ayça çifti,sağolsunlar,bir Salı öğleden sonra hepimizi evlerine topladı.
Hemen Galata Kulesi’nin dibinde eski bir evi alıp düzelttirdiklerini biliyordum,ama bir türlü gidip görememiştim.
O gün,Azu’yu kucaklamaya,ressam anne kız Nevin İşlek ile Mehlika Baş da geldi;ve eve gidince ne görelim,yakın zamanda tanışmış olmalarına karşın,duvarları bezeyen güzelim resimlerin büyük bir bölümü bu sevecen insanların!
İkisi de tam gönlüme göreler:dürüst,gösterişsiz,alçakgönüllü.
O akşam karşıda,Günay Pesen’in yönettiği Ürün’de ana kız sergileri vardı;el ele gittiler düğüne,Azu’yu da alarak;doğrusu,sanırımAzimeciğim,bundan daha güzel İstanbul gezisi az yaşamamıştır.
*
Başka bir dürüst nakkaş da canım Melih Özuysal’dır;2000 yılında şimdi artık içinde kumlar kartonlar sergilenen Garanti Galerisi’ndeki sergisinde tanıyıp bağrıma basmıştım Melih’i;Aydın’da doğmuş bu halk çocuğu,günün birinde, ben ressam olacağım demiş,olmuş:okul,öğreti,kuram,ustaya öykünme falan yok;oturmuş ilk günden kendi resmini,Laborit’nin deyişiyle,karıştırıcısı’ından fışkıranları önüne gelen her şeye dökmeye başlamış.
Bir süredir biriktirdiklerini,üstelik daha girişken bir arkadaşının önayak olmasıyla,Ortaköy Belediyesi Sanat Galerisi’nde sergiledi;tam bir içtenlik şöleni.
Elbet çetin,ama nasıl soylu bir yaşamı var!
*
Bir dürüst yıldız da postadan çıkıp geldi:Saim Dursun.
Açılışına gidemediğim sergiyi TVSG’de açmış.
Adını ilk kez okuyor,resimlerini ilk kez görüyorum;ama hey ulu Tanrım! inanılır gibi değil:1959’da Elazığ’da doğmuş bu halk çocuğu da,öğretmenlik eğitimi aldıktan sonra,resme sevdalanmış.Benim yıllardır özlemle beklediğim işi gerçekleştirmiş,kendisi kalarak,yöresinden,köklerinden şu kadarcık kopmadan,evrensel resim diliyle,Anadolu resimleri yapıyor!
Demokritos ona büyük bir armağan vermiş günün birinde:Beyoğlu Belediye Galerisi’nde açtığı sergiyi gezmeye Fransız sanat tarihçisi Vacher Didier gelmiş;resimlere vurulmuş,elinden tuttuğu gibi Fransa’ya uçurmuş;89-2003 arasında orada yaşamış,çalışmış,üretmiş,sergilemiş.
Bayıldım Saim’in bin bir renkli,dipdiri resimlerine!
*
Sinema özlemiyle yanıyoruz ya,geç de olsa günün dillerde dolaşan filmlerinden Barbarların İstilası’na gittik Nilgün’le;Sevil gelmedi,kurtuldu.Fay Hattı gibi,bunun yönetmeni de,usuna diline gelen bütün güncel izlekleri almış,bulamaç yapmış,tepsiye koyup sinemalara sürmüş:kapış kapış yeniyor tezek kurabiyeleri!
*
Yavanlık bu kadar amansız kol gezince,ne yapabilir insan? döner eski incilere sarılır dört elle.Biz de öyle yapıyoruz.
YKY’de Cihat Burak’ı andıktan sonra,büyük bir incelikle,elimize kitap çeki verdiler;hemen aşağı inip kitaba dönüştürdük.Nilgün’le. Sabahattin Ali’lere,Sait Faik’lere,Behçet Necatigil’lere yapıştık.
Şimdi,döndük,yıllar sonra Sait Faik’in öykülerini yeniden okuyoruz;aman nasıl iyi geliyor!
Cihat Burak’la Sait Faik içkievi arkadaşıymışlar;onurlu,soylu,üst düzeyli sanatta da ikizler:güzeller güzeli Sait,iki satırda,iki sözcükte özetliyor dünyayı,şiirini,acısını.Nasıl arıtıcı,nasıl yakıcı!
*
Güzeli,dürüstü yinelemek üzere,tek başıma gördüğüm Julia-Seyir Defteri’ne Sevil,Serpil ve Nilgün’le bir daha gittim.
Nesrin Kazankaya’nın yazıp yönettiği oynadığı oyun hani şu hepimize havalara uçuran Havana Duruşması,Arturo Ui,Salazon Mavalı,Sevdalı Bulut gibi oyunlar buharlaşalı beri karşılaştığım en tutarlı,en tutkulu oyun;Nesrin’nin,şimdi artık kaçıkhanelerde dolaşan,yetenekli ve talihli doğmuş,Amerikan toplumunda bunları ister istemez yele vermiş Jane Fonda’nın oynadığı Julia’yı temel alıp daha başka bir dizi yazınsal yapıttan yararlanarak yazdığı Seyir Defteri,sevda,tutku olmadan hiçbir şey yaratılamayacağının coşturucu kanıtlarından biri.
Nesrin Kazankaya,Ayşe Lebriz,Levent Öktem ve genç arkadaşları tam anlamıyla bir sanat şöleni sunuyorlar;ama ah!toplum,dünya televoleye teslim olmuş:bir avuç insana.Üstelik nasılsa gelebilmiş olanların kimisi,oturup bu güzelim insanları alkışlama sabrını bile gösteremeyip iktirip gidiyor!
Gitsinler!Elbirliğiyle yarattıkları cehennemden ötesi yok.
Nesrinciğim,sonsuz teşekkür!
*
Homeros Şiir Ödülü’nü,gözde ozanım Zeynep Uzunbay’ın Papirüs Yayınları’nca basılan Kim’e’si ile Erkan Yılmaz’ın Sin adlı dosyası arasında paylaştırmışlar.
En iyisi yapıtı alıp okumanız elbet;özendirmek üzere kısa bir şiirini alıyorum:
aman

zaten sökülmüştü manzaram
aman olsun girdim koluna
her yere gider oldum
ben durdum yol yürüdü
koynuna girer oldum
uzandım yüzünün magmasına
kavruldum tüttüm ey
ince bir hal oldum ben gövdene
bir bir çözüldü göğsümdeki düğümler
oh!çağıldadı her gözem
ırmaklar buyur edecek kadar
içim varmış benim meğer
aman!dedim
iyi ki sökülmüş manzaram

Adam Sanat, Mayıs 2004, s. 220

5.KİTAP FUARI

Dolmabahçe’deki panayır başlamadan,sevgili Feridun Andaç son kitaplarını yolladı;ikisi Birsen Karaca’nın:birini çevirdiği öykülerden oluşturmuş,adı Çehov Öyküleri.İkinci kitap da yine Çehov’dan;son derece özenli basılmış bu kitap Anlatı Ustaları Dizisi’nde yer alıyor:Ateşler+Çukurda. Üçüncü yapıt Salâh Birsel’in kıvrak denemelerininden bir demeti getiriyor elimiz altına:Bir Zavallı Sarı At. Dünya Yayıncılık’ın bütün kitapları gibi,bunlar da özenli kapakları,temiz dizgileri,ince beğenili sayfa düzenleriyle insanın içini açıyor.
Alain Tanner’in tam anlamıyla karışık,izleyicinin ağzına güncel sakızları tıkıştırmaktan çekinmeyen kafasının ürünlerini izlemek üzere Fransız Ekin Merkezi’ne gittiğim bir akşamüstü,Ahmet Soysal çıkageldi;elinde bir tomar kitapla;her zamanki akışkan konuşmasıyla,çalışmalarını anlattı.Elindeki kitap da bunlardan biri;Merkez’in de katkılarıyla,Ayrıntı Yayınları,Michel Foucault’nun seçme yazılarını Felsefe Sahnesi başlığıyla yayınlamış.Kitap,bu dizinin 5. cildi.Fransızların kendi yapıtlarını desteklemeleri küçük yayınevleri için çok yararlı elbet;keşke güçlülerin güçsüzlere –bile bile güçsüz bıraktırdıklarına- yaklaşımları hep böyle iyiniyetli olabilseydi.
Derken kargocu,çalışkan dostum Seyit Ali Ak’ın Fotoğrafın İzinde Kırk Yıl’ını getirdi;kitabı Fotoğrafevi basmış.Kırk yıldır fotoğraf sanatı konusunda gerçek bir tutkuyla arayıp taradıklarını,düşünüp dile getirdiklerini belgeleyen yazılarından geniş bir derleme;doğal olarak,bu yazılarda yalnız fotoğraf değil,daha geniş anlamda yaşama sanatı’nı de irdelemiş Seyit;şu karman çorman,tüketime=ölüme teslim olmuş dünyamızda,asıl yaratıcı kaynak olan imece’den yoksun dürüst,içten bir bireyin yüksek sesli arayışları ilginizi çekebilir.
Sonra Fuar açıldı,Nilgün’le dolaşmaya gittik;bu yıl ortalık daha dingin,insan sayısı az gibi geldi:ee,gözü-karnı doymaz G 7’ler,el ele,Türkiye’nin kalan canını da almak için 24 saat kesintisiz çalışıyor;para şişkinliği yok elbet,çünkü ortalıkta dolaşan para kalmadı.Bütün dünyada da,bizde de,sanal da olsa yaratılan değerlerin simgesi paracıklar üç beş kişinin cebinde toplandığından,eskiden okur olabilecekleri varsayılanlar eridi gitti.
Panayırı dolaşırken birkaç dost yayınevine uğradık elbet;sevgili Sait Maden’le eşi küçük bölmelerindeydiler;Sait’çiğim ,özenle çevirdi,titizlikle bastığı kitaplardan ikisini armağan etti:bugünkü dile aktardı fuzulî seçkisiyle Edgar Allen Poe’nun şiirlerinden örneklerle Şiirin İlkesi.
Sait Maden,her zamanki karınca çalışkanlığı ve titizliğiyle,üç büyük yazarın,Peo,Baudelaire ve Paul Valéry’nin şiir ve yazılarına dayanarak şiiirin ne olduğunu,nereden geldiğini,kimleri nasıl etkilediğini,özellikle de Poe-Baudelaire etkileşimini irdelemiş;anlamından koparılan dünyamızda gerçek bir duygu-düşünce vahacığı;meraklısına.
Fuar’da sevdiğim iki yayınevi karşı karşıyadır:Papirüs’le Kaynak. Kaynak’ta,sevgili İsmet son çıkanları armağan etti:dev yapıt Atatürk’ün Bütün Eserleri’nin 14. cildi,Ulu Önder’in Cumhuriyet’imizi oluşturma savaşımının 1922-23 arasını belgeliyor.Anadolu tarihi,bugünkü amansız saldırıyı atlatmamıza da izin verirse,sağ kalanlar bu değerli belgelerden yeni bir yaşama sevinci ve atılım çıkarabilirler.
Bu çetin savaşımın kazanılması için değerli bilimadamı A.Başer Kafaoğlu çok yararlı bir kaynak-yapıt hazırlamış:Türkiye Ekonomisi,Yakın Tarih 1. Henüz satılmamış,çıldırmamış,yanılsamalarla avunmak istemeyenler için son derece somut bilgiler,belgeler.
Zeki Sarıhan da Cumhuriyet’imizin 1.Sevres saldırısından kurtarılışı sırasında genlerimizin yaşadıklarını Kurtuluş Savaşı Gençliği adlı kitabında incelemiş.
Sonuncu yapıt,Hasan Yalçın’ın Aydın Rantı;şimdi artık aramızda bulunmayan sevgili Hasan Yalçın,bu kitabında,anamalcı sömürü dizensizliğinde okuyup aydınlanma fırsatı bulabilmiş olanların bu aydınlığı pazarlama biçimlerini irdelemiş.
Papirüs’tense,kadın ozanların şiirlerini aldım;Kemâl Özer’le Ergin Koparan, Romen Kadın Ozanların şiirlerini Suskun Sesler adıyla aktarmışlar;Kenan Karabulut,İranlı ozanların şiirlerini Yarın İçin Bir Dal başlığıyla sunmuş şiirseverlere;Özkan Mert de İsveçli kadın ozanlardan çevirdiklerini Elbet Acı Duyar Tomurcuklar’da toplamış.

*

Bu ayki Varlık’ta, Zeynep Uzunbay,geçen yıl Papirüs Yayınları’nın bastığı Kim’e üzerinde Altay Ömer Erdoğan’la söyleşmiş;bu söyleşiyi okuduysanız, Zeynep Uzunbay’ı neden o kadar çok sevip sözünü ettiğimi görebilmişsinizdir:bence,erdemlerin en değerlilerinden ikisi alçakgönüllülük ve dürüstlük=içtenliktir.Zeynep’se bunun yaşayan,üreten ender örneklerinden;yerim geniş olsa,yığınla alıntı yapardım söylediklerinden;ama şimdi şununla yetineceğim,her şeyi özetliyor çünkü:
Bence,okuyanı aileden saymalı.
Doğa ömrünü uzun tutsun Zeynep’çiğim.

*
Yılın ilk sergilerini Hobi ve Karsan’da gördüm;birincisinde Orhan Taylan’ın,öbüründeyse Işık Işıksel’in çalışmaları vardı.

*
Kitap Fuarı’nda yapıtlarını imzalayan sevgili Adnan Akfırat,önemli çalışmalarından birini,Eşref Bitlis Suikasti’ni verme inceliğini gösterdi.
İlk basımı 1997’de yapılmış kitabın bu ikinci basımı;ama yurdumun üstüne tam anlamıyla televole toprağı serpildi:herkes horul horul uyuyur!Dolayısıyla,bağımsızlığımızın,yurdumuzun elimizde koparılma girişiminin bu önemli halkasını belgeleriyle anlatan kitap da o horultuda kaynayıp gitmiş.Hâlâ direnmek isteyen deli kaldıysa,bu öğretici yapıtı kesinlikle okumalıdır.

*
Derken yılın yeni sergileri sökün etmeye başladı;Kare;küçük,değerli bir güldeste hazırlamış:Ferruh Başağa,Sabri Berkel,N.Melih Devrim,Şükriye Dikmen,B.Rahmi Eyüboğlu,Zeki Faik İzer,Selim Turan,Fahrelnisa Zeyd.
Canım dostum Fatoş,allak bullak edilen dünyamızda,güzeli yaşatıp ayakta tutmaya uğraşanlardan;ne mutlu ona da,biz dostlarına da;doğa güç versin.
Aynı akşam,allanıp pullanıp yoksulluğun ortasına oturtulan Fransız Sokağı 16 numarada Erkan Özdilek’in çalışmalarını görmeye de gittik;Galatasaray’dan Cihangir’e gelen ara yol üzerindeki görkemli bir eski yapı onarılmış,gepgeniş,yüksek tavanlı odaları galeriye dönüştürülmüş;ve benim için asıl sevindirici yanı,Türkân Gündoğdular’ın bu sergiyi düzenlemiş olmasıydı:ışıl ışıl gözleri birer sevinç pınarı karşıladı bizi;eski galerisinden ayrıldıktan sonra doğrusu bu kadar çok ve hızlı çalışacağını hiç aklıma getirmemiştim.Demokritos ona da güç bağışlasın.
*
Önce çağrı geldi,ardından Nihal Elvan iletişim ağıyla haber verdi,Yapı Kredi’nin Sermet Çifter salonundaki Sefir’den Sefil’e fotoğraf sergisine koştum.
Selahattin Giz’in banka belgeliklerindeki yapıtlarından çok ilginç bir sergi düzenlenmiş,kitapçığı basılmış;sergi ve kitapçığın oluşturulmasını Nihal Elvan üstlenmiş;Alberto Modiano danışmanlık yapmış;tasarım,karı-koca Karamustafa’ların;metinlerin İngilizce’si Mary Işın’ın.
Ne rastlantı,Giz de Mustafa Kemâl gibi Selanik doğumlu;ömrünü haber fotoğrafını sanata dönüştürmeye adamış;her alanda çarpıcı görüntüler saptamış;Cumhuriyetimizin kuruluş aşamasından alabildiğine değerli,o ölçüde de üzüntü verici imgeler:nasıl da yele veriyoruz şimdi o inanılmaz temeli!Hele Atatürk’ün görüntülerine bakamıyorum bile:yaşadı mı böyle bir varlık?öyle güzel şeyler tasarlayıp yarattı mı?onunla aynı toprakları paylaştık mı?Doğrusu hani şu G8 denen şımarık doymazların hastalığı karşısında bütün kavrama gücüm duruyor!Beter olacaklarına kuşku yok,ama bütün insanları,dahası yerküreyi de artlarından sürükleyerek.
Kitapçığın 41 ve 47.sayfalarındaki ayrıntı tasarımcıların gözünden kaçmış,Atatürk harcanmış;keşke onu daha küçük,tam sayfa bassaydılar;neyse bu kadar kusur her kulda bulunuyor.
Sergiye emeği geçenlere alkış.
*

Sevgili Mehmet Kıyat bu yılın sergilerine çoktan başladı;ikinci sergiyi Yusuf Toprak’la Murat Tolga’ya ayırmış.Sergiye gidince,kızlarına güzelliğini ödünç vermiş eşiyle tanıştım;sonra Gözde imzaladığı kitapları getirdi.Çalışkan dostum şiirlerini Çakmaktaşı ve Güneşe Düşen Gölge adlı kitaplarda toplamış;büyük bir özenle de bastırmış.Ne mutlu!
*
Küresel yozlaşma içinde iyiyi,güzeli,soyluyu yaşatmaya çalışanlar arasında Kızıltoprak Sanat Galerisi de var;Ekim sergisini 8 Eski Dost’a ayırmışlar:Nuri Abaç,Naile Akıncı,Ferruh Başağa,Hüseyin Bilişik,Turan Erol,Nevin Çokay,Ruzin Gerçin ve Mehmet Pesen.Sergi zaten sevgili arkadaşları Hüseyin Bilişik’in anısına düzenlenmiş;yaşasın değerbilen insanlar!
*

Değerli dostum Nâzan İpşiroğlu arayıp yeni bir kitap hazırladıklarını,Pera Palas’ta tanıtılacağını haber verdi;koştum elbet.
ÇYDD’den Şeyda Özil,günün birinde,Türkân Saylan’a gençler için bir kitap hazırlamayı önermiş;başlamışlar beyin jimnastiğine;derken rastlantı ve gereklilikler birbirini izleyip beslemiş,Atatürk kızlarından Lütfiye Nevin Duran kalıtının bir bölümünü böyle yararlı bir işte kullanılmak üzere ayırmışmış;buluşup konuşulmuş,ÇYDD’nin gönüllü aydınlanmacıları el ele,emek emeğe vermiş,girişmişler Gençler İçin,Sorunlar-Çözümler’i oluşturmaya;kitaba Nâzan-Zehra İpşiroğlu ikilisinin yanında,Jale Baysal,Şeyda Özil,Dr Erdal Atabek,Nuran Direk,Nihal Kuyumcu,Gülsüm Cengiz,Tahsin Yücel,Ömer Polat,Nüshet Ak,Seza Kutlar Aksoy,Nilgün Ilgaz ve elbet Türkân Saylan yazılarıyla,anılarıyla,öyküleriyle katkıda bulunmuş.Kitabı sıradan öğretici kitapların tekdüzeliğinden,sıkıcılığından kurtarmak üzer özenle seçilmiş resimler,karikatürler,fotoğraflar eklenmiş.
Elbet gideri yüksek bir kitap;Duran’ın bağışı yetmez;neyse ki ÇYDD’nin öbür kitaplarını basan Çınar Yayınları yetişmiş imdada:Aydın Ilgaz,babasının anısına saygı için kitabın basımını üstlenmiş;üstlenmiş,ve gerçekten dört dörtlük bir kitap ortaya çıkmış.
Adı üstünde Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği;basılan ilk 5000’tah toplantıya katılanlara birer tane verdiler;Dernek’in okuttuğu öğrencilerden özellikle kızlara da vereceklermiş.
Kapkara ölüm bulutlarının bütün yerküreyi sardığı günlerde,nasıl umut verici,dirim tazeleyici bir girişim!
Türkçe çok güzelim,sıradışı,varsıl bir dildir;tek bir edim,bütün yaşam ilkesini,dünya görüşünü özetlemeye yetiyor:SEV.
Sev kökünden sevgi türüyor;sevdiğiniz zaman,sevdiğinizi sevindirmek üzere,sevimli olmaya çalışıyorsunuz;sevdiğinizi sevindirince,etkiye tepki,sevinç size geri dönüyor;sevip sevindirdiğinizle sevişiyorsunuz,yerinize bırakacağınız varlık oluşuyor.
ÇYDD’nin güzel gönüllüleri aslında bundan daha sevindirici bir yaşama biçimi bulamazlardı;bu sevinç önce kendilerine,sonra kucakladıklarınadır.
Bu toplantıda,sözünü ettiğim kitapla,sevinçlerine ben de ortak oldum.
Yaşasınlar!
*
Nilgün’le Mimar Babam’a gittik;ve çok sıradışı bir öykü dinledik:eski SSCB’den çok çocuklu bir Yahudi ailesi Amerika’ya göçüyor;oğulları Louis,küçükken sobayı çok merak etmiş,içindeki korları avuçlayıp kucağına doldurmuş,eteği tutuşmuş,yüzünü epeyce yakmış;dolayısıyla ömür boyu bunun izini taşımış.
Küçük Lou okullara giderken,babası eski soyadlarını değiştirip Kahn’ı almış;oğlan mimar olmuş,çalışmaya başlamış,1951’de Roma’yı görmeye gitmiş,ve yapı sanatına bakışı bütünüyle değişmiş:Amerika’nın o tepeden tırnağa maden ve camdan yapılan evlerini gökdelenlerini bir yana atmış,Eski Uygarlığınkilere benzeyen yapılar sıralamaya girişmiş.O arada 1.65 boyunda,yanık yüzle de olsa,kadınları etkilemiş;içlerinden bir evkızıyla evlenmiş,yanında çalışan mimar hanımlardan ikisini kendine âşık etmiş;üçünden de birer çocuğu olmuş,ikisi kız,biri oğlan.Oğlu Nathaniel,11 yaşındayken ünlü mimar Louis Kahn’ın bir tren istasyonunda ölü bulunduğunu okumuş.
Aradan 25 yıl geçtikten sonra,Nath babasının kim olduğunu,nasıl yaşadığını,neler yaptığını merak etmiş,bu öyküyü çekmeye girişmiş;film bu arayışın belgesi.
Bu yazı çıkana dek korkarım filmi kaçırmış olacaksınız;filmde Lou’nun yapıtlarında,konuşmalarından,verdiği derslerden çok çarpıcı örnekler var;en çarpıcı sahnelerden biri,kuşkusuz,kendisiyle evlenmediği halde Lou’ya aynı bağlılıkla,hoşgörüyle,giderek sevdayla bakan oğlanın annesiyle son yapıtı Bangladeş Büyük Millet Meclisi’nin yapımında onula birlikte çalışmış yerli mimarın tanıklığı:”Lou,bu ülkenin parası var mı,emeğimin karşılığını alır mıyım demeden dünyanın en yoksul ülkelerinden birine bu yapıtı kondurdu;böylece bütün insanları,ayrım gözetmeksizin ne kadar sevdiğini kanıtladı;bütün insanları böyle yürekten sevenler,kimi zaman en yakını göremezler;eşlerine ve siz çocuklarına karşı kusurlarına bakmayın lütfen.”Ve mimar,bunlar derken film gereği değil,gerçekten ağlıyordu.
Bir istasyon köşesinde kıvrılıp can veren bir göçmen için ne kadar içten bir övgü.
Nath de babasını çok yansız,dürüst bir biçimde anlattı doğrusu;alkış.

*

Cumhuriyet’teki G 7,5’lar yazısı bana yeni bir dost kazandırdı:Antalyalı Hicran Karabudak.
Yurdumuzun getirildiği yer dolayısıyla Cumhuriyetimizin temellerinin atıldığı kentte,Sivas’ta doğmuş Hicran;siyasal bilgiler okumak istemiş,olmayınca,eline benim gibi Fransızca öğretmeni olma fırsatı geçtiği hâlde tepmiş,Ziraat Bankası’nda çalışmaya başlamış;gözünü budaktan esirgemiyor ya,karasevdaya dalmış,iki oğlan doğurmuş,sonra sıraaltı eşine yol vermiş;şimdi kendi işinde çalışıyor,zaman ve enerjisini CUMOK gibi ilerici örgütlere harcıyor.
Hemen düzenli yazışmaya başladık;gönderdikleri arasında CUMOK üyelerinin birinin yolladığı bir ileti var:Çanakkale Kahramanları sonra aynı iletiyi Sevgi Tanın da gönderdi.İletide 43.Al,1.Tb.1.Bölüğün 1917 yılında yedikleri var:15 Haziran sabah üzüm hoşafı içmişler;öğlen yemeği yok,akşam yağlı buğday çorbası verilmiş;o gün ekmek tam.26 Haziran’da kahvaltı yok,öğlen yemeği yok,akşam üzüm hoşafı içip yatmışlar;ekmek o gün de tam.18 Temmuz’da sabah üzüm hoşafı,öğlen ve akşam yemek yok,ekmek yarım.8 Ağustos’ta ekmek yarım,öğle yemeği yok,akşam şekersiz üzüm hoşafı.
21 Temmuz 1917’den sonra ekmek 500 grama indirilmiş.
Sevres’de bitirilemeyen işi tamamlayıp bizi köleleştirmek isteyen AB’ye ve Amerika’ya kayıtsız koşulsuz teslim olan,paralı ya da parasız onların borazanını öttürenler bunları ne okur,ne de anlar elbet; peki hâlâ yurtsever,Atatürkçü olduklarını öne sürenler;onları kim,nasıl uyandıracak?

*

Bu bağlamda,sevgili dostum Halûk Tarcan’dan da iki ileti aldım;birinde,AB’deki Hıristiyan Yeşiller’in duyurularda kullandıkları Ortaköy Camisi’ne değiniliyor;caminin laik Türkiye Cumhuriyeti’nin değil,Müslüman Osmanlı İmparatorluğu’nun simgesi olduğu anımsatılıyor bu konuda bir yazı yazmış olan Yalçın Bayer’e;Bayer eski Cumhuriyet yazarı,sözümona en doğrucu yazarlardan biri;alın bakalım.Hani ABD Başkanı’nın bile bile Boğaz Köprüsü ile aynı camiyi bir araya getiren bir görüntü içinde Nato toplantısını anlatması gibi.Buyrun,tabak tabak yiyin efendiler.
İkinci yazıdaysa,şimdi aynı merkezler tarafından dillere oturtulan Türkiyeli sözcüğü ele alınıyor;bir Fransızın,Almanın,giderek bir Gürcü’nün kendine ben Fransızım,Almanım,Gürcüyüm demesinin hiç sakıncası yok,dahası övgüsü var.Amma sakın kalkıp ben Türküm demeyin!Ayıptır, günahtır,çağdışılıktır!
Bu konuda da sömürücü sersemlere söylenecek fazla söz yok,onlar hepimizin aynı evrenin çocuğu olduğumuzu,canlı cansız bütün varlıkların sımsıkı birbirine bağlı ve sorumlu bulunduğunu çoğu kez kendi çocukları bulup dile getirmiş olsalar da,yiyemeyecekleri para uğruna bunu unuttular,unutmak istiyorlar,tamam;peki buradaki çulsuz,kemik yalayan uşaklara ne oluyor?Aşağılık duygusunun derecesine bakın!Korkunç,acıklı!

*
Hep birlikte hangi cehenneme sürüklendiğimizi açıkça gösteren başka bir kanıt da Cihangir,Yeni Yuva Sokağı’ndaki Vegetus’tan geldi;Balkanlar’dan kopup gelmiş Dobrucalı dostum,ömrünün bu sayfasında bitkisel ürünler satıyor;çok meraklı ve sorumlu olduğundan,geçen akşam:”Soya ve ürünleri kanser yaratıyormuş,öyle mi?” sorusuna şu ürkütücü yanıtı verdi:”Hayır,doğal soya ve ürünleri yapmıyor bu işi;soyanın türeyim gözesine,yeryüzündeki en direngen,en çok çoğalan varlığın,karafatmanınkini aşıladılar,alabildiğine hızlı üreyip büyüyen,ama öbür canlılarda kansere yolaçan bir türev elde ettiler!”
Anlayacağınız,Frankeistein gerçek olmuş;aman ne sevindim ne sevindim!Bilimsel-uygulayımsal gelişme diye işte buna derim.
*
Sevgili İsmail Avcı aradı,iki ödül birden kazandığını haber verdi:Jokey Kulübü'nün yarışmasında 1.,Ticaret Odası’nınkindeyse 2. olmuş;eh,onca yılın sabırlı,alçakgönüllü çalışması bunu çoktan hak etmişti.Candan kutluyorum.
Ertan Mestçi,Artisan’dan yılın ilk çağrısını yolladı;meğer galerinin barındığı eski görkemli yapı değişime girmiş,Bilge ile Ertan’ı yuvalarından çıkarmışlar;ama ne büyük talih,üç sokak ötede elverişli bir yer bulup düzene koymuşlar.25 Ekim akşamı yeni galeriyi ve yılın ilk sergisini açmaya gittik.
Geçen yıl aramızdan ayrılan sevgili Avni Arbaş’a adamışlar bu yılın ilk sergisini;Avniciğimin resimlerinden büyük bir güldesteyi evlerinden,sevenlerinden toplayıp asmışlar;elbet son derece nitelikli bir sergi oluşmuş;düzenlemenin son anlarına rast gelse de yeni galeri de elverişli,sevimli.
Belli ki yaz bu işle geçmiş;Bilge bizimle birlikte ilk kez geliyordu galerinin bitmiş hâlini görmeye;hem Ertan’ın başardıklarına,hem Avni Bey’in anısına tatlı sevinç-acı gözyaşları döktü;dünyanın bugünkü durumunda böyle bir olaya ağlayabilmek ne büyük ayrıcalık!