1 Nisan 2004 Perşembe

ALİ CANDAŞ

Bakıyorsanız,görmeye razıysanız,hazırsanız,ulusal,uluslarararası artı-değerden güzel sanatlara,o arada resme ayrılan payın gittikçe azaldığını saptarsınız;kumarhane anamalcılığı’nın güzellikle,bilimle ilgisi ancak ağzından salyalar akıtarak ardında koştuğu tüketime hizmet edecekse sürüyor,sürecek:tanıtıma yarayana izin,destek var.
Bu küresel yozlaşma içinde,kimilerinin gözelerinde kalmış olan anıların etkisi besbelli, hem bir avuç galeri yaşamını sürdürüyor,hem de yarım avuç sanatçı.
Ali Candaş bunlardan biri,hem de en çalışkan,en üretkenlerinden.
Doku Galerisi adına AKM’de açtığı sergi dolayısıyla hazırlanmış kitapçıkta yaşam öyküsüne bakıyorum da,benim öteden beri gittiğim galerilerin çoğunda sergilemiş yapıtlarını;ama ben onu, özellikle Mehmet Kıyat Ankara’daki galerisinin bir kolunu Nişantaşı’na taşıdıktan sonra ayrımına,tadına vararak tanıdım.
Trabzon’un Beşikdüzü ilçesinin Bayırmahalle Köyü’nde doğmuş bu halk çocuğu,adaşı ozan-yazar-öğretmen Ali Yüce gibi,canını da,yeteneğini kullanabilme olanağını da Köy Enstitüsü’ne borçlu.İnek gütmeye yazgılı kalsaydı,büyük olasılıkla şimdi yaşamıyor olurdu:onun için kendisi de,biz de Demokritos’un olasılık-gereklilik ikilisine ne kadar şükretsek azdır!
Doku’daki başka sergilere,ya da onunkilere her gidişimde,eli yüzü de doğadan düzgün çıkmış bu diri,güleryüzlü,şakacı dostumu karşımda bulur,sevinirim.
Adlarını anmak istemediğim kimileri gibi kökenlerini,köyünü,orada yaşayan insanları,renkleri, giysileri unutmamıştır;Henri Lobarit’nin deyişiyle karıştırıcısı (imgelemi) bu saklanmışları alır,azıcık soyutlaştırarak,bir renk-biçim cümbüşüne dönüştürür;hepimiz gibi kendisi ister istemez kederli de olsa,resimleri yaşama sevincini yaşatmayı sürdürür.
Bu sergide bana,her zamanki sevecen şakacılığıyla :Beni onarsana,dedi;bu olanaksız sanırım,ama o sağlam kişiliğiyle,dürüst resimleriyle beni sürekli onarıyor.
Ona da,destek olup bu yapıtların oluşmasına,hâlâ güzelin ardında koşan gerçek bir avuç sanatsevere ulaşmasına fırsat veren Mehmet Kıyat’a da yürekten alkış!
*
Doku’nun kendi yuvasında bu ayki konuğuysa Hasan Taşdemir’di;seçtiği anlatım türünde yalan söylemeyen,içten izlenimleri yansıtan resimler sergiledi.
*
Yapı-Kredi,çoğu kez yaptığı gibi,resim tarihinden bir yaprak hazırlamıştı bu ay:1933’te oluşup 1951’e dek ayakta kalmış d Kümesi.
Sergi dolayısıyla hazırlanan kitabın arka kapağında,ilk serginin açılışı sırsında,,ünlü Narmanlı Yurdu’nun girişindeki Mimoza adlı şapkacı dükkânının önünde çekilmiş toplu görüntüleri var,o yılların giysileriyle:Nurullah Berk,Zeki Faik İzer,Elif Naci,Zühtü Müridoğlu,Cemal Tollu,Abidin Dino,Cemal Nadir Güler,Bedri Rahmi Eyüboğlu,Turgut Zaim,Eşref Üren,Arif Kaptan.Eren Eyüboğlu,Halil Dikmen,Salih Urallı,Şeref Akdik,Sabri Berkel,Léopold Lévy,Nusret Suman,Fahrünnisa Zeid,Hakkı Anlı,Zeki Kocamemi.
Gördüğünüz gibi,sanat tarihimizin özeti gibi bir küme;ilk altı sanatçının bir araya geliş yılı 1933:başka bir deyişle,Cumhuriyet’imizin ünlü,coşkulu 10.Yılı;Atatürk’ün ışığı bütün gücüyle parlıyor daha.Dolayısıyla,O Büyük Güneş’in çevresindeki irili ufaklı uydular da pırıl pırıl;herkesin içinden yeni bir atılım,yeni bir girişim geliyor.Sonucunu gidip sergide görmüşsünüz,ya da kitabı alıp tatmışsınızdır umarım.
Bu tarihsel sergiyi bize Cem İleri,Nihal Elvan,Veysel Uğurlu hazırlamışlar;kitabın basımını Nihal Elvan üstlenmiş;tasarımını Ayşe/Sadık Karamustafa gerçekleştirmiş;çeviriler Mary Işın’ın,düzeltmeleri Mahmure İleri yapmış.
Zeynep Yasa Yaman,d Grubu 1933-1951 başlıklı ciddî bir inceleme yapmış;ardından Adnan Çoker’le uzun bir söyleşide bulunmuş;Mehmet Ergüven’in Geyiği Yutan Yılan’ı tamamlıyor bu bölümü.
Ne mutlu bana! sergideki,kitaptaki yapıtları yaratanların çoğunu canlı olarak tanıdım,sergilerinde bulundum,inceliklerini,soyluluklarını tattım.
Gerek sergi,gerek katalog için Resim Heykel Müzesi’den ve Kâzım Taşkent’in özel dermesinden yararlanılmış.
Unutulmaz bir armağan! Oluşumuna katkıda bulunan herkese gönülden teşekkür!
Gerçi hava koşulları,iki kez denenen açılışında kucaklaşmamızı engelledi;ama 14 Mart’a dek üçüncü girişimde buluşuruz belki;ayrıca,buluşamasak da,sergiyi gezme,kitabı edinme olanağı elinizde.
*
Dün akşam Ceviz Kabuğuna gerçek bir yurtsever konuk edildi:Em.Tümg. Osman Pamukoğlu.
Pamukoğlu,yaşadığı dönemde Türkiye’nin başına örülen çorapları,bunların örülmesine içerde katkıda bulunanları eksiksiz biliyor;ayrıca çok dürüst,ölçülü,konuşmak,kendini göstermek için konuşmuyor,yazmıyor.Anadolu halkının güzelim diliyle her şeyi açık seçik dile getirdi yaklaşık dört saat boyunca.
Konuşulanlar çok ciddî,çok acıklı Türk halkı açısından da,bütün sömürülenler açısından.
Ama söyleşinin belki çok daha acıklı bir yanı vardı:söyleşiyi düzenleyen özenli çalımlı kardeşimiz,yurdumuzun da,dünyanın da bu duruma gelmesinde en az açgözlü Batılı sülükler kadar sorumlu insanlara,Özallara ve benzerlerine,gözünü kırpmadan hizmet etmiş,danışmanlık (?) yapmış.
Art arda kanal değiştirmek zorunda kalınca sızlanmaya başlamış: çok sıkı bir denetim var,televizyonlarda kimin hangi izlenceyi düzenleyeceğine bile karışıyorlar,diyor.Aa? sahi mi? Bense,yalnız uluslararası bütün göstermelik kurum ve kuruluşları ,aldıkları kararları çiğneyerek, diledikleri yere bomba yağdırmakla yetineceklerini sanıyor,bekliyordum!Bu kadarı da olmaz ki!
İşin acıklı yanı,Uğur Mumcu ya da Eşref Bitlis paramparça edilip havaya savrulurken,bütün bunlara yolaçanlara uşaklık etmeyi kendilerine yedirebilmiş kişileri haber,bilgi kaynağı saymak zorunda kalışımız;dahası,bunların yaptığı izlencelere sevinişimiz!
Güzelim halk türküsü ne diyor?
Sana senden oldu,gel benden bilme!
Ama elbet bu sözler çalım,eğlence olsun diye söylenmiş;hiç aldırmamak gerek!
*
Ankaralı,müzik ve drama öğretmeni dostum Mahiye Morgül çok çalışkan,dolayısıyla üretken bir insandır;okulundaki derslerle yetinmez,her yere koşup söyleşiler,uygulamalı gösteriler düzenler,Zümrüt Rize gazetesine yazılar hazırlar;bu yazılarda canımızı almakta olan,güncel konulara değinir.
Son yazılarından birinde,çok sevip saydığı bir hekimin adını anıyordu:Gültekin Caymaz.
Gültekin Bey’in öbür hekimlerden ayrılan yanı,hepsinin bilmediği ya da sakladığı çok önemli bir noktaya parmak basıp aydınlık getirmesi:bir yarışmanın,karşılaşmasının sonunda ya da ortasında küt diye düşüp ölen sporcular.
Sevgili Lokman,bunun,bedendeki asal tuzların,aşırı çaba ya da yorgunluk sonucu eksilmesine bağlı olduğunu saptamış:uzun uçak yolculuğu yapanlar,maraton koşanlar,uçak sürenler bu tehlike altında:magnezyum ya da kalsiyum düzeyi belli bir sınırın altına inice,can tehlikeye giriyor.
Bunu kanıtlamak üzere birkaç sporcunun adını anmış;ama benim gibi meraklılar açısından,çok daha ilginç bir örnek de vermiş:Derya Arbaş.
Avni Bey’in ölümünden sonra,onu uğurlamak üzere,iki uzun uçak yolculuğuna katlanmak zorunda kalmış;ve dönüşünde,çöktüğü koltukta dedesinin yanına uçmuş:magnezyum eksikliğindendir,diyor Gültekin Bey.
Yaşdönümüne giren hanımlara,ağır spor yapan herkese,uzun uçak yolculuklarına çıkmak zorundaki insanlara ,sınırlı da olsa,ben de duyurayım.
*
Bütün gözde,yetenekli insanlara yaptıkları gibi,şimdi de Nicole Kidman’ı üstüne çullandılar:gelen geçen güzelliğini,yeteneğini kullanarak,izleyiciyi sömürüyor.
Köpekköy’ün ardından,adını yazmayı gerekli görmediğim bir amca daha,hem yazıp hem yönettiği Soğuk Dağ’da bizi tuzağa düşürdü,hem de tam 2,5 saat boyunca.
Film,güzel bir savaşkarşıtı yapıt olabilirdi;Güne-Kuzey Savaşı’nı,Zenci düşmanlığını,sömürüsünü anlatabilirdi;onun yerine bitip tükenmeyen vıcık vıcık bir sevi öyküsünü anlattı;ve sonunda Hollywood’un bütün rezil masalları gibi,öldürmedik insan bırakmadıktan sonra, her şeye karşın mutlu kalmış insanların Tanrı’ya şükürler ettikleri mutlu bir sofrada bitirdi işkenceyi.
Ama solan öbür nitelikli yapıtlara oranla doluydu;okumadım,yetişemedim! Ancak adım gibi eminim,bütün sinema yazarları(/) filmi göklere çıkarmıştır.Sinemanın duyuru dolabına yapıştırılmış yazılardan birinin balığı:Hem savaş,hem seviş idi! Saki birinciye yapanda ikinciye derman,vakit kalırmış gibi! Atın abiler atın!
Benzer bir rezilliği,geçmiş günlerin saygılı filmi Sol Ayağım’ı çekmiş olan beyefendiden gelmişti:Yeni Bir Ülke.
Beyzade,iki sevimli kızın üzerimizdeki etkisine yaslanarak,sözümona Amerika’ya göçmek zorunda kalan işsiz bir ailenin,yoksullar mahallesindeki yaşamını anlatacaktı!
Anlata anlata kuyruklu yalanlar sıraladı;yarısında, kusmak üzere ayakyoluna koşmak zorunda kaldık.
Ama izleyicinin ağzının suyu göller olduğuna göre,bizim gibi aykırılara söz düşer mi?
*
Değerli dostum Meldâ Kaptana Güney’i bırakıp yeniden İstanbul’a dönmüş;çocukluğunu,yaşamını anlatan bir de kitap yazmış: Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm.
Eski Krisisli Aya Andreas erkek manastırının (bir adı da Gül Yaprağı),şimdiki Sünbül Efendi Camisi’nin bitişiğindeki Güllü Köşk’te başlayan yaşamını anlatıyor;sonra ünlü yontucu İlhan Koman’la tanışıp evlenmesi;İstanbul’a dönüp belki en tatlı anıları paylaştığımız galerisini anlatması gelecek.Merakla okuyacağım.
Alpaslan Işıklı,İmge Kitabevi’nin bastığı üç yapıtını imzalayıp göndermiş:Gün Doğmadan,Sosyalizm,Kemlizm ve Din,Gerçek Örgütlenme.
Kafasına,emeklerine sağlık.
*
Rekin Teksoy,Yazın ve Sinema kuşağında bu hafta Erick Zonka’nın Melekleri Düşlenmiş Yaşamı’nı gösterdi;ortalığı kaplayan yoz,aşağılık yalanlar arasında tam bir insan filmiydi.
Sinema Şenliği’nde görememiş olanlar umarım televizyondaki bu gösterimi kaçırmamıştır.Yirmi yaşlarında iki Fransız kızının yaşamından kısa bir kesiti anlatıyordu;rastlantıyla sığındıkları,anası babası araba kazasında ölmüş,hastanede yarı komada yatan bir kızın evinde,iş arayışları;kendileri gibi halktan insanlar arasında sevgilimsi erkekler buluşları;birinin yakışıklı bir paralı tarafından kandırılışı;bu acıya dayanamayıp kendini pencereden atışı;daha canlı,daha iyimser olanın düzene teslim olup öğütücü dizi üretim çarkına teslim oluşu.
Başta iki kız,bütün oyuncular oyuncu gibi,yıldız değil;hepimiz gibi sıradan insancıklar.Ama nasıl duyarlı oynuyorlardı.Hollywood sineması,Nicole Kidman ve benzerleri bu dürüstlüğü,yalınlığı usundan bile geçiremeyecek elbet! Ne yazık hepimize!
*
Cevizkabuğu’nda bayıldığımız Pamuoğlu’nun kitabını hemen aldık elbet:Unutulanların Dışında Yeni Bir Şey Yok.
Osman Bey,paramparça edilen Eşref Bitlis gibi,yurdunu gerçekten seven,Cumhuriyeti koruyup yaşatmak için canını ortaya koyanlardan;
Ama böylelerine bugünkü kandırmaca,soygun,talan içinde yer yok;ya parçalanıyor,ya genç yaşta emekli ediliyorlar.Pamukoğlu emekli edilmekle kurtarmış canını.
Hakkari dağlarında,Kuzey Irak’ta yaşadıklarını olması gerektiği gibi alçakgönüllece,haklı bir öfkeyle yazmış.
Şöyle bir alıntıyla başlamış kitabına:
Ey oğlu,bir gün yazıcı olursan;kuşkunun,birikmenin ve beklemenin yazıcısı,sakın masal anlatma ülkemin çocuklarına.
Kısa bir alıntı da kitabın sonundan:
Binbaşı Ferhan:
-Komutanım,Hakkari ve Kuzey Irak kabartma haritasına hiç kıpırdamadan sekiz saat bakıyorsunuz.Yüzbaşı Güngör de bir kere 13 saat hiç gözünüzü ayırmadan izlediğinizi görmüş.Geçen ay altı ayrı bölgede başlatılan operasyonda beş tabur ayrı ayrı yerlerde sıcak temas sağladı.”Temas sağlayamadım” diye rapor eden tabur komutanına “en geç 30 dakika içinde temas sağlayacaksın” dediniz ve 20 dakika sonra o tabur da temas sağladı.
-Bunun cevabı çok basit;yüreğini açacaksın ve gönül gözüyle bakacaksın.İnsanın isteyip de yapamayacağı bir şey yoktur.
-Bu bela bitecek mi komutanım?
-Doğru,çoğunlukla dehşet vericidir.Hayır,bitmeyecek;”oturma””bekletme””sabır” dönemlerine girecek,fakat tamamen kaldırılamayacak.Sebebi de,1984’ten itibaren israf edilen 10 yıldan ötürü mesele dipsiz kör kuyulara dönmüş.Gene de yapılacak çok şey var,ama kim yapacak?
Cumhuriyet denilen şey onu ilân edenlerin canlarıyla,kanlarıyla imzalanır.Ve kuranlar hangi bedeli ödediyse,ancak o bedel ortaya konularak savunulabilir.Herkesin bir ruh ve inançta olması lâzım.Yönetimlerde kendine acımayan,millet sevgisinde sınır tanımayan,cesur ve iyi insanlar olmalı.Aksi hâlde her şey bahane olacak.
Evet,doğru,çıplak doğru acı verici.
Şimdi de şu sözü okuyun,yürütmenin tepesindeki adam söylüyor:
“ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde,Diyarbakır bir yıldız,bir merkez olacak.”
Başka bir deyişle Diyarbakır,ikinci İsrail’in,Kukla Kürt Devleti’nin başkenti yapılacak;başta Mustafa Kemâl’in ordusu,Türk halkının henüz uyutulmamış,satın alınmamış kesimi bakalım buna da göz yumacak mı?
Osman Bey,çok yerinde bir davranışla,kitabın sonunda o dağlarda vurulmuş yurtsever Türklerle Kürtlerin adlarını koymuş.
Keşke yayınevi,bundan sonraki basımlara,1980’den başlayarak,cumhurbaşkanı,başbakan,savunma bakanı,başbakan yardımcısı,genel kurmay başkanı olanların adlarını,siyasal sorumlu kişilerin PKK-ABD konusunda söylediklerinden birer tümceyi koysa;Pamukoğlu’nun anlattıkları yerli yerine otururdu.
*
Bilinçli,çalışkan kardeşim Metin Aydoğan Müdafaa-i Hukuk’taki aydınlatmasını sürdürüyor;Horasan’ın Rey kentinde doğmuş,başta tıp,matematik,felsefe,gökbilim,eczacılık ve yazın alanlarında çalışıp ürünler vermiş olan Zekeriya el-Razi’den,yapıtlarından söz ediyor;Yanında Hekim Bulunmayanların Kitabı’nı anıyor;Bir Saat İçinde Tedavi’nin önsözünde şöyle demiş bu büyük bilgin:Kimi hekimler,bir hastalığın ancak oluşunca iyileştiririlebileceğini söylerler.Bunu yalnız hastadan daha çok ücret alabilmek için yaparlar.Vezir,kimi hastalıkların bir saatte iyi edilebileceğini söylemem üzerine coştu,benden bu konuda bir kitap yazmamı istedi.Bu kitap işte odur.
Çiçek ve Kızamık Hastalıkları Üzerine ve Tıbbı İçine Alan adlı yapıtları öyle bir üne kavuşmuş ki,Avrupa’da,1495-1866 yıları arasında tam kırk kez basılmış.
Razi’nin yaşadığı dönemde tıp öyle ileriymiş ki,yalnız Bağdat’ta,kamu görevlilerinin dışında,860 hekim çalışıyormuş. Aynı yıllarda,örneğin Rheingaud kentinde bir tek hekim yokmuş.
Aslında bu tür kıyaslamalı rakamlar sık sık anımsatılsa,barbar Doğu çığlıklarının gerisindeki doğru bütün açıklığıyla gözler önüne serilirdi;ama bunun için,satılmamış,köpekleşmemiş,aşağılık duygusuyla yerlerde sürünmeyen insanlar,yazarlar,düşünürler gerekir.
Anımsattığı adlar arasında elbet Harzemli Ahmet el-Biruni de var;felsefe,gökbilim,matematik,doğabilim,tarih ve coğrafya alanlarında çalışmış bu üstünyetenekli insan,halk için değil,bilimadamları için yapıt vermiş.
Dünyanın kendi ekseni çevresinde döndüğünü bulmuş;ufuk alçalması açısını bularak boylam yayı uzunluğunu hesaplamış;dünyanın yarı çapının boyunu saptamış.Güneşin bir yıl boyunca gökküresi üzerinde çizdiği çembersel düzlemin gök ekvatoruna göre eğikliğini (tutulma eğikliğini) doğruya en yakın biçimde hesaplamayı başarmış.
Sanskritçe’den Arapça’ya çevirdiği Patancali’nin önsözü,özgürlük anlayışının özeti gibiymiş;son tümcesi şöyle:İnsanların düşünce ve inançlarındaki çeşitlilik,dünyadaki esenliğin ve gelişimin kaynağıdır.
Kısacası,İbni Sina’dan Farabi’ye,İbn Rüşd’den İbn Haldun’a,Ebu Osman Câhiz’den Ebu Zerr el Gifarî’ye,ozanlığının yanında bilimle de ilgilenmiş Ömer Hayyam’a,Horasanlı Nasirettin Tusi’den Uluğ Bey’e,daha başka yetenekli,güzel insana uzanan bu dizelgeyi Metin Aydoğan derginin iki sayısında yayımlanmış güzelim incelemesinde okuyup sözü edilen bilginlerle Batı’nın ünlü adları arasındaki kıyaslamaları okumadan günümüz aydını olunacağına,söz söyleme hakkımızın bulunacağına aklım kesmiyor.

*
Sevgili dostum Ferda Kara,sonunda düşünü gerçekleştirdi,Marmara Oteli’nde sergi açabildi;azgın Batılıların yağmasından ötürü,gittikçe daralan,eriyip giden,daha doğrusu eritilen sanat ortamında,hâlâ resim yapabilmek;hele hele sergileyecek yer bulabilmek ne büyük ayrıcalık!
Baksanıza,Beyoğlu’ndaki koskoca banka galerilerini birer birer teslim alıp posteki-moderin’e geçirdiler!

Adam Sanat, Nisan 2004, s.219