1 Şubat 2004 Pazar

“KUMARHANE KAPİTALİZMİ”

Otopsi Yayınevi’nin yararlı kitapları arasında Alpaslan Işıklı’nın “Dünya Bankasının Laik İmparatorluğunda Kumarhane Kapitalizmi” adlı çalışması da var.
Işıklı,bildiğiniz sağlam dünya görüşüyle,kitabın başlığını ünlü tutumbilim kuramcısı Keynes’ten ödünç almış:anamalcılık,sonunda,hiçbir üretimde bulunmadan,sanal bir dünyada,sanal değerler alışverişine nasıl dönüşüyor.Bu çürümenin ayrıntılarını öğrenmek ya da anımsamak için bu yapıtı mutlaka okumalısınız.
146.sayfada soruyor Işıklı:Nedir olan? Aralık 99’de gelmiş,dolarlarını getirmişlerdir.Sonra bu dolarları Türk parasına çevirmişlerdir.Türk parasıyla repo yapmışlar.Hazine bonoları almışlar;aklınıza gelen ne varsa, paraya para kazandıran yolların hepsini denemişlerdir.Bu süre içinde rahattırlar,çünkü doların dğer yitirme tehlikesi yoktur;kur güvencesi vardır.Vuracaklarını vurduktan sonra,kurun dalgalanmaya bırakılacağı 21 Şubat’tan iki gün önce,19 Şubat’ta,paralarını yeniden dolara çevirip yurtdışına götürmüşlerdir.
Gelirimizin yaklaşık %40’ını çarpmışlardır.
Kısacası,bankalarla,para oyunlarıyla,bütün dünyada,gerçek bir üretime dayanmayan bir anamalcılık,kumarhane anamalcılığı her türlü zorbalıkla yürürlükte tutulmaktadır.
Buysa,insanlığın kendi bileklerini kesmesinden başka bir şey değildir.
Bakalım bütün kan akmadan bu yoldan dönebilecek miyiz?
*
Bu hastalıklı toplumsal durumda ,kimi etkinlikler,sanki hiçbir şey olmamış,olmuyormuş gibi sürdürülmek zorunda elbet.
Yeni sergiler açılıyor,yeni filmler geliyor.
Tantanayla getirilen filmlerden biri Nicole Kidman’ın güzelliğine yaslanan Dogville.Kent aslında köpek kenti değil,ama filmi çeken gerçek bir aşağılık köpek! Hiçbir şey anlatmadığı,baştan sona yalan söylediği çakılmasın diye –nitekim büyük çoğunluk çakmıyor,eh!aynı ölçüde rezil film eleştirmenleri de canla başla el verince,çember tamam!-,sözümbuna sıradışı bir anlatım deneniyor! Aman Tanrım! Kumarhane Kapitalizmi’nin simgesi bir hiçlik!
*
Neyse ki,herkes bu yönetmen kadar yalancı değil.
Özü sözü birlerden biri,sevgili dostlarım Leylâ-Nevzat Metin çifti AKM’nin tepesinde,başka bir dürüst güzellik kovalayıcısının,Tülây Tura Börtecene’nin Kaos ve Oluşum dizisinin II.sini açtılar.
Ayrıca,Necdet Kaygın’ın çektiği fotoğraflarla,güzel bir kitabını yayımladılar.
İlhan Berk’in bir şiiriyle kucaklanan sergi,adı üstünde,evrenimizin Kaos’tan oluşuma geçişini betimliyor bin bir renkli,büyük boyutlu resimlerle.Kitaba,çeşitli yazarların değişik zamanlardaki yazıları eklenmiş;aralarında elbet Tülây’la Ahmet Oktay’ın görüşleri de var.
Bugünkü toplumsal-parasal kaos içersinde, ne mutlu bu resimleri yapabilme gücünü bulana,ne mutlu onları sergileyebilene,ne mutlu bu yapıtların kitabının basılabilmesine!
*
Eski dostlarımdan Nevin Çokay,Hobi’de,daha gösterişsiz bir sergiyle son çalışmalarını sundu sevenlerine.
Bunca olumsuzluğa karşın,Nevin’ciğimin yüzündeki ışıltıyı da, sanal para düzenine aldırmadan,üretimini de sürdürmesi,sürdürebilmesi büyük mutluluk elbet!
*
Aynı direnç, yaşama sevincini sürdürme inadı,Semiramis Sokul’un Parmakkapı İş’teki sergisinde de vardı.
Semiramis’çiğim,insanları parayla, para için para kazanma yarışına zorlayan kurumlardan birindeki köleliğinden kurtulalı beri,gönlünce,doya doya çalışmış;kendi acısından yola çıkarak insanlığınkini dile getirmiş çarpıcı resimlerinde.
Biz dostları,gerçek sanatseverler için ne kadar sevindirici!
*

Son dönemin çalışkanlarından Cengiz Özakıncı,yaratıp yönettiği Otopsi Yayınları’nda.asında 1200 sayfa olarak hazırladığı kara çarşafa girme-sokma sürecinin ikinci bölümünü United States of İRTİCA 1945-1999 adlı kitabında anlatmış.
Soğuk Savaş Dönemi’nden Yeni Dünya Düzeni’ne TÜRKİYE’DE İRTİCA VE EMPERYALİZM alt başlığını taşıyan bu ciddî incelemeyi yine birçok yazarın 72 yapıtını okuyarak gerçekleştirmiş.
“1969 Kanlı Pazar’dan 1999 Merve Kavakçı’ya United states of İrtica”,”1984.Rusya’da Geriye Dönüş ve Türkiye’de İrtica”,”Soğuk Savaş Dönemi’nde Türkiye’de İrtica ve ABD”,”Yeni Dünya Düzeni’nin Oluşum Sürecinde ABD-Avrupa Birliği Çatışması v Türkiye’de İrtica”,”ABD Güdümlü İrtica Hilafetçi Darbe Peşinde”,”l995-1997:28 Şubat’ın Oluşum Süreci ve Yeni Ulusal Savunma Çizgisi” başlıklı altı bölümde,1945’ten bu yana başta Amerika,düzmece dostlarımızın yerli işbirlikçilerle güzelim Türk halkına çektikleri bütün ayrıntılarıyla anlatılıyor.
Kör ya da satılık değilseniz,altın değerinde bilgiler.
*
Biliyorsunuz,evrende her şey görece;şimdi bana aykırı gelen bir şeyden söz edeceğim.
Sanat Çevresi’nin son sayısında,sevgili Avni Arbaş’la,hasta yatağında yapılmış bir söyleşi var;yanına,her zamanki gibi birkaç görüntü eklenmiş.
Doğa bizi geri çağırırken,insan ölçülerine göre,duyguya yer vermiyor;dolayısıyla,son yolculuğumuz bizce çok acımasız koşullarda olabiliyor.
Ama Fakir Baykurt’un halkımızdan ödünç aldığı güzelim deyimle,bizim göğsümüzün acımalı olması gerekiyor,bence.
Bu söyleşiyi yapan,o görüntüleri çeken,onları basan tanıdıklarımız,duruşuna,görünüşüne onca düşkün Avni Bey’i o acıklı bakışla basarkan ne kazandılar acaba?
Üstelik bu dergi televole dergisi değil,güzel sanatlar dergisi!
Çok yazık!
*
Tevfik İhtiyar,yine çok yerinde bir seçim yaptı,Antik’te,bir zamanların ünlü Onlar Kümesi’nin yapıtlarını sergiledi.
Seçim çok başarılı,onca yapıtın bir araya getirilmesi,özenle yeniden sanatseverlere sunulması,hazırlanan dergi de öyle.
Sevgili öğretmenim Hulusi Sarptürk de,Orhan Peker de,Mustafa Esirkuş da artık aramızda değildi;sevgili Leyla Gamsız,hayırsız oğul kazasına uğramıştı.
Ama Turan Erol’un kalkıp Ankara’dan gelmesi,Haydarpaşa Lisesi’nin bana armağan ettiği ikinci öğretmenim Mehmet Pesen’in geçirdiği sağlık kazasına karşın bu şölene katılması,Nevin Çokay’ın ışıltılı bakışlarıyla gezinmesi,çocuk ruhluların en temizlerinden Adnan Varınca’nın Besi Hanım’ın kolunda çıkagelmesi nasıl değerliydi!
Bütün dünyada ölüm ruleti döndüren kumarcı anamalcılık o rulete kapılmamak için direnen son birey can verene dek,bu hazları silemeyecek yeryüzünden!
Hem bakarsınız o bizi öğütmeden gerçek insanlar onu kırıp atmayı başarır.
*
Sıtkı,geçen yıldan bu yana oluşturduğu eşsiz incileri kucaklayıp Artisan’a getirmiş;aman Tanrım! ne ince,ne coşturucu yapıtlar!
Güzel sanat tanımına yakışan,güzellikleri Sıtkı’nın yüzüne de vuran değerli taşlar!
Canına sağlık Sıtkıcığım!
*
Mehlika Baş,Camaltı-Kediler Sergisi’ne çağırdı,ama nerede eski ben?Çağrı’dakilerle yetinmek zorunda kaldım.
Sevincin eksilmesin Mehlikacığım!
*
YKY,Cihat Burak’ın Zenci Kalınız’ını sonunda basabildi;sağolsun Ömer Faruk Şerifoğlu ve arkadaşları,basılmış,elyazılı,giderek eski Türkçe metinleri taramış,karşılaştırmış ve dipnotlu,244 sayfalık tertemiz bir kitap hazırlamışlar;öykülerle ilgili karakalem çizimler,metinlerin özgün elyazmaları da eklenmiş.
Cihat’çığım,bize ve onu tanıma talihine eren başka dostlarına kim bilir kaç kez anlattığı öyküler,böylece,anlatırken elbet kayda geçiremediğim güzelim gerçek-masallar kalıcı hâle getirilmiş.
Öykülerden biri,Deli Kız;Edremit’te çalışırken tanıdığı,güzelliğine vurulduğu,kendisine vurulan,annesi geçimini bedenini pazarlayarak sağlayan,su yolunda değil,dağ yolunda on bir azgın erkek eliyle kırılmış Mesuda (yazgının acıklı güldürüsüne bakın! körpecik yaşta çamura belenen o güzelim varlığa anneciği büyük umutlarla mutlu kız adını vermiş...)
Mesude’nin,her zamanki gibi,düşgücünden fışkıran tamamlayıcı öğelerle birlikte,tadına doyulmaz bir resmini yapmış Cihat Burak.
İçini gıcıklayan,durmadan gözünün elinin altında dolaşan bu periyi odasına atmayı çok kurmuş,ama yakından tanıyan dostlarının uyarısıyla göze alamamış –iyi ki alamamış:akıllı gözüken bir kadının elinden pençesinden bile onu ancak yakın dostu Cemâl Süreya kurtarabilmiş çünkü.
O masal perisini ararken,aynı çevrenin ozanı Mustafa Seyit Sutüven’in bir şiirine rastlamış;Mesude’nin arı duru güzelliğini bulmuş bu şiirde,ve hemen bütünüyle almış öyküsüne.
Onunla kentdaşlarının yazdıklarını karşılaştırırken bakın ne diyor:Bu şiir,her dizesinde cehaletinizi yüzünüze tüküren şiirlerden değildi,konaklar monaklar,otağlar,atlar,ilahlar vardı bu şiirde,ama o güne kadar başka bir yerde rastlamadığım bir de BÜYÜ vardı...
Ve şu dizelerin,gölgesi Akçay’ın önündeki mavi sulara vuran Afrodit’i,ya da sevgili Mesude’sini betimlediğine inanmış:

Afrodit olmadan ilah,
Dağdan inerdi her sabah,
Elde gümüş hamam tası.

Burda çıkardı örtüden,
Kimseye gösterilmeyen,
Gerdanı,göğsü,kalçası.
Ah güzeller güzeli,soylu Cihat’çığım ah! Ne büyük ayrıcalıkmış seni tanıyıp dostun olmak!
Bu kitap bizim için Ali Baba’nın hazinesi değerinde.
*
Daha önce sözünü etmiştim,Otopsi Yayınları’nda Erol Bilbilik’in,şu güzelim topraklarda yaşamayı sürdürmek isteyen herkesin kesinlikle başucundan ayırmaması gereken bir kitabı var:Amerikan Kuşatması.
Çoğumuz,eski alışkanlıkla,kitapları birer ekinsel süs sayıyoruz hâlâ;oysa bugün yaşanan tarihi yirmi,otuz,elli yıl sonra değil,hemen şimdi yaşarken okumak zorundayız;sözkonusu kuşatma öyle ivedi ve amansız ki,dünyanın hiçbir yerinde en küçük bir direnmeye,karşı koymaya dayanamıyor.
Yukarıdan gelen buyrukla elimizdeki biricik doğru haber kaynağı,Ulusal Kanal nicedir kapalı; ancak artık böyle 24 saat yayını bırakın,haftada bir,günde birkaç saat doğru yayına bile dayanamaz olmuşlar: Tuncay Özkan’la Hulki Cevizoğlu’nun işlerine son verilmiş.
*
Kanaldan kanala atarken kesinlikle gözünüze ilişmiştir,kanalların birinde bir halk sanatçısı (elbette İngilizcesiyle!) yarışması var;eski bir katil,e küçük bir yeteneği,becerisi olmayan bir insan neredeyse birinci seçilecek,alkışlar,çığlıklar arasında.
İş Bankası Kültür yayınlarında bir kitap basılmıştı geçen yıl: Dünyanın En Güzel Tarihi.Orada şöyle bir saptama vardı: doğal yasalar,toplumsal yasalar gibi esnek,görece değildir,kesindir.
Bunlardan biri bileşik kaplar ilkesi’dir:kabın iki yanında düzeylerin eşit olması gerekir,kaçınılmaz biçimde.
Sanırım aslında sözünü ettiğim kitabı bizim gibi bir insan yazdığından,toplumsal olgularda keseri bizden yana tutmuştu: toplumsal olaylar da öyle sandığımız kadar esnek,görece değil.
Bunun son örneğini dün gece bir tiyatroda yaşadım:çağrılanlar toplumumuzun,giderek dünyanın seçkin insanları;düzeylerinin yüksek olması gerekiyordu;ama,halk sanatçısı yarışmasındaki gibi,inanılmaz bir lâf salatası’ndan öteye geçemeyen oyunu,Fay Hattı’nı,salonun üçte ikisi ayakta alkışladı.
Demek ki küresel yozlaşma dünyanın her yanına eşit dağılmış! Aman Tanrım,çok şükür,bin şükür! Ya azıcık geri kalmış olsaydık,ne yapardım?
Arayıp tarayıp ancak bu oyunu bulabilen Genco’ya da,benim gibilere de ne yazık!
*
Bu haftaki Aydınlık’ta,Vural Savaş’ın Tarih Bilinci başlıklı yazısından şu bölümü aktarayım:
“Ünlü tarihçi Bernard Lewis,üzerinde uzun uzun düşünmemiz gereken şu gerçekleri vurguluyor:
“Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne kabul beklentisi saçmadır.AB’nin Türkiye’yi üyeliğe kabul etmesi için tek bir olasılık görüyorum:AB’nin Müslüman olması...Türkiye’nin,geleceğine ilişkin siyasal hesaplamalarına Rusya’yı,Çin’i,Hindistan’ı katması gerekir.Rusya,uluslararası sahneye,yeniden bir güç olarak dönecektir.”
Güneydoğu’da sözde araştırma yapmaya gelmiş üç İtalyan’ın önüne bir torba mayını boşalttıran,gerçekten tarih bilinci’ne sahip olduğu anlaşılan bir tabur komutanımız şöyle der:
“Taa İtalya’dan gelip bize,yani Ortadoğu’nun tüm sıkıntısını çekenlere ders vermeye kalkıyorsunuz.Bir yandan ’emperyalizm’ diyorsunuz,bir yandan PKK’ya mayın satıyorsunuz...Korkmayın,bu düşüncelerinizden ve sözlerinizden ötürü size kötü bir şey yapacak değiliz.Bir bataklığa saplanmış olabiliriz,ama göreceksiniz bir gün bu bataklıktan çıkacağız;bizi bu batıklığa saplayanlarsa orada boğulacak.”
Oyun yazmaya kalkışanların,en az şu güzelim tabur komutanı kadar bilinçli,tutarlı,sorumlu olmaları gerekiyor!Amin!
*
Hiç Güney Amerika’daki maden ocaklarının uçaktan çekilmiş görüntülerini gördünüz mü? toprağın belki binlerce derini uzanan o kıvıl kıvıl solucan yuvalarında,on binlerce,yüz binlerce insan kardeşimiz(?),yaptıkları işte utanç verici tek yan çükleriymiş gibi,yalnız kıçlarını örtmüş olarak,vıcık vıcık çamur içinde,belli ki kaygan yollarda sık sık birbirlerinin tepesine düşüp onlarcasını bu cehennemin dibine uçura uçura,sırtlarında birer çuval,maden çıkarırlar Kumarhane Anamalcılığı’nın başındaki timsahlara.
O cehennemde artık çıplak köleler de,düzene egemen olduklarını,parsayı devşirdiklerini sananlar da kurbandır aslında,ama kimse bunu seslendirmez ki,çark gıcırdamasın.
Elimizde kalan birkaç dürüst,göğsü acımalı,yetenekli yönetmenden biri olan Hector Babenko’yu,gerçek sinemaseverler Örümcek Kadının Öpücüğü’nden ya da sinemalarda gösterilmeyen,ancak videoda erişebilenlerin gördükleri,iki yetenekli oyuncunun,Meryl Streep’le şimdi artık balçığa batmış olan Jack Nicholson’ın oynadıkları İronweed’den anımsayacaklardır elbet.
Son filmi Carandiru’da maden ocaklarının bir türünü,ünlü bir tutukevini anlatıyor. Kimin söylediğini unuttum,ama dürüst biri: insanların bu usdışı düzene ses çıkarmadan dayanabilmeleri için,ceza ve cezaevi kesinlikle gereklidir,diyordu.
Carandiru tutekevi,bizim Bayrampaşa gibi,kentin ortasında;ilkel mi ilkel;diyelim 500,1000 kişilik yerde 4000,7000 kişi yatırılıyor; anamalcı kumarhane’nin bütün çarkları,zaman zaman kanla yağlanarak,tıkır tıkır dönüyor: uyuşturucu peynir ekmek gibi satılıyor,herkes her fırsatta birbirini düzüyor,falan.
Babenko,bütün bu amansız,acımasız dönüşü insanca,acı bir gülümsemeyle anlatıyor;en sonunda,o korkunç değirmenin yapılarını patlayıcıyla havaya uçurarak kapatıyor öyküsünü!Her açıdan simgesel bir son!
Fay Hattı’nı yazanlara,Köpekkent’i çekenlere bu filmi göstermenin,şu benim yazıyı okutmanın hiçbir işe yaramayacağını çok iyi biliyorum:onlar,Kumarhane Anamalcılığı’nın birkaç dolara razı uşakları çünkü;dahası,para bile vermeseniz,canla başla işlerini sürdürebilirler:kuru bir övgü,sanal bir ün yeter hepsine.
Demek ki beter olmamızdan başka kurtuluş umudu kalmamış!
*
Garanti Bankası’nın Taksim şubesinde ince bedenli,ince ruhlu bir dostum var:Gülay Türer. Banka işlemleri sırasında,çalınmış kısa sürelerde,sanattan,yazından konuşuruz,Adam Sanat’ları paylaşırız.
Geçen gün babasının selamını söyledi bana,bugün de yazdığı kitabı armağan etti:Atatürk İle Samsun’dan Havza’ya (Tarihsel Kurgu).
Erdoğan Türer,Ortaca’lı Ali İhsan’ın soyundan bir insan:gönlünce okumaya olanak bulamamış,okuldışı eğitimle kendini yetiştirmiş,dahası yazar olmuş bir çiftçi çocuğu.
Daha 1961’de,Terme’nin Evci Köyü’nde,duvar gazetesi Devrim’i çıkarmış;şimdi,Samsun’daki Barış Gazetesi’nde yazıyor.
Ah zavallı çıldırmış Batılılar,bıraksalar,Anadolu çocukları onları bile bataktan kurtaracak!
*
Başka bir çalışkan üretken insan da Gülseren Engin Ünsün;Atatürk Üniversitesi’nde tıp okumuş,Hacettepe’de hastalıkbilim dalında uzmanlaşmış,Almanya’da Hamburg Üniversitesi Ağız Hastalıkları Bölümü’nde bilgisini geliştirmiş.
Yurda dönüşte,Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde hastalıkbilim dalında görev yapmış;ne mutlu ki,Ödemiş’li hekim yoldaşı Dr İlhami Güneral gibi,hastalıkların beslenmeye ne kadar bağlı olduklarını sezmiş,bu yönde düşünüp kitaplar yazmış:Kadını Tanımak,Şeker Hastaları İçin Yemek Kitabı,Zayıflamak İsteyenler İçin Yemek Kitabı,Kanser ve Beslenme bunlar arasında.
Bu çalışmalarını İnkılâp Yayınevi basmış;yazınsal yapıtlarıysa, Remzi Kitabevi’nde;hem çalışkan,hem kendine güvenli:Ömer Seyfettin Öykü Yarışması’na iki kez girmiş,ödül kazanmış;ödülleri arasında Yunus Nadi ile Orhan Kemâl de var;Geç Kalan Öyküler’in kapağını kendi yaptığı resim süslüyor.
Cehennemde Bir Ada, ilk romanı;2.Dünya Savaşı’nda,İstanbul’da ve çeşitli Avrupa kentlerinde yaşanan cehennemi anlatıyor;aslında cehennem öncesiz sonrasız:paraya tapan ataerkil düzensizlik kurulalı beri sürüp geliyor; ve boşu boşuna kendini beğenen insan adlı tüysüz maymunu bu hastalıktan kurtaracak bir büyücü hekim gelmedikçe,yıkımını arttırarak,sürecek.

Adam Sanat, Şubat 2004, s.217