1 Nisan 2005 Cuma

SÜMEYRA

Hem adı çekici geldi, hem bilmem neredeki eleştirmenlerden ödül almış, kalkıp Olga’nın Topuzu’na gittik;gitmez olaydık! Topuz değil, tam bir rezillik: ince uzun bir kızın bedensel güzelliğinden, o arada elbet topuzundan yararlanan gerçek bir yalan çorbası! Baba şöyle olur,oğlu kızı böyle; bir an bile piyanoya elini sürmeyen,sokaklarda sürten,Olga’nn topuzuna tutulduğu sandırılan, o aylaklıkla hem de Rubinstein Yarışması’na çağrılan sarsak oğlan; babasına vurgun olduğu sezdirilen, kız arkadaşının cinsel çağrılarına yanıt versin mi veresin mi kestiremeyen küskün kız... neyse uzatmayayım.Eskiden Claude Sautet’nin çektiği dostça,sıcak orta sınıf filmlerine özenen bir yeniyetme; Ülkü Tamer’in dizelerindeki gibi, herkesten şişman olup olmadığını bilmiyorum, ama dersini hiç öğrenemediği açık!
Buna öyle eleştirmen ödülü yetmez,bir de Oscar değilse bile, en iyi yabancı film, Altın Küre falan verilmeliydi !
Yabancı ülkedeki eleştirgeçler ödüllerini verip geçmişler,ee bizimkiler geri mi kalsın? Onlar da çarşaf çarşaf övgü yağdırdılar.
İnsanlar böyle bir film yazıp çekebiliyorsa,bundan hiç utanmıyorsa; eleştirmek’le görevli ağalar beyler ödül veriyorsa, bizimkiler buna katkıda bulunmaya doyamıyorsa, neden herkes Bush’la, şapşallığıyla, ayyaşlığıyla, örneğin abc kitabını ters tutmasıyla alay ediyor,hiç anlayamıyorum: bu kadarı bile bize çok değil mi?
*
Geçen gün Papirüs Yayınları’na uğradım, yeni kitapları toparlayıp verdi Evin Okçuoğlu. Gerçekçi Şiirde Yürüyüş dizisinde üç kitap basmışlar: Veysel Çolak’ın Mürekkep Zamanlar’ı;Ahmet Günbaş’ın, Çağlaçakır’ı ve Serdar Koçak’ın Avare Şiirler’i.
İnceleme dizisinde Veysel Çolak’ın başka bir çalışması var: Edip Cansever’de Şiirin Kanı. Öner Ünalan’sa Darwin Ne Yaptı’yı hazırlamış.
Hüseyin Mevsim, Bulgr kadın ozanların şiirlerinden bir seçmeyi Güneşin Bir Çiy Damlasında Parıldadığı Gibi’de toplamış.
Muammer Sığırcı da okuyup beğendiği bir kitabı, Stalingrad’dan Son Mektuplar’ı çevirmiş.
Evin Okçuoğlu ise Kosova iç savaşını yaşamış bir kızın öyküsünü anlatan Alice Mead’in Kosovalı Kız:Zana’sını kazandırmış Türkçe’ye.
Yayınevi Bülent Dağdeviren’in Servi ile Kıranta adlı romanını; Öner Yağcı’nın Nazi Kampları’nı da basmış; yazın ve düşün severlerin gönül rahatlığıyla alabilecekleri yapıtlar.
*
Bir süre önce, Nimet Çakıcı ile Çağrı Kınıkoğlu bize gelip Sümeyra Çakır’la ilgili bir belgesel hazırlamak istediklerini, onu tanıyanlardan biri olarak benimle de söyleşmek istediklerini söylediler;ve dediklerini yaptılar, bir gün gelip uzun uzun çektiler.
Sonra bu yıl 6 Şubat’ta, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin Kadıköy’deki yeni yerinde hem bu belgeseli göstereceklerini, hem de sevgili Sümeyra’yı anacaklarını haber verdiler. Ben de katıldım.
Ruhi Su’dan yalnız, Avustralya gezi-dinletisi sırasında çekilmiş upuzun filmlerin topu topu yarım saatlik bölümü var bugün elimizde; Nimet’le Çağrı’nın bu belgeselin altından nasıl kalkacaklarını epey merak ediyordum doğrusu. O gün Serçelerin Süvarisi:Sümeyra’yı izlerken gözüme kulağıma inanamadım: aslında Devlet’in, Kültür ya da Eğitim Bakanlığı’nın yapması gerekeni bu genç sevdalılar başarmıştı; hem de kusursuz biçimde. Keşke denk düşseydi de, Ruhi’ciğimi de bu tutkulu insanlar belgeleyebilseydi.
Belgeselin ardından Nimet’le arkadaşı Orgun Orçunsel geldiler sahneye; Ruhi Su Vakfı’nda koşuştuğu dönemden beri dinlememiştim Nimet’i; ikisi Sümeyra’nın söylediklerinden, biri de Ruhi Bey’in türkülerinden olmak üzere üç türkü söyledi bize, son derece ölçülü, duyarlı. Gözüm yaşardı.
Ardından ilk kez dinlediğim Nevzat Karakış geldi karşımıza; Nevzat’ın dolgun, tok bir sesi, daha önemlisi müzik kulağı var; onlar da birkaç türküyü ağız tadıyla dinlettiler bize.
Nevzat, anma toplantısının ardından, çantasından çıkarıp Bizâr adlı diskini armağan etti bana;annesinin sevdiği türküleri söylemiş. Annesinin sevdiği türkülere ben de bayılırdım, çok sevindim.
Son olarak Grup Kızılırmak eşliğinde İlkay Akkaya katıldı Sümeyra’cığımı anmaya.
Kültür Merkezi’nin yapısına da, kullanılma biçimine de, odalarda vızır vızır koşuşan gençlere, sürdürülen etkinliklere sözün tam anlamıyla bayıldım; ne kadar önemli, güzel bir iş başarmışlar o yuvayı açıp yaşatmakla: her yaştan insan orada hem birbirleriyle, hem sanatla kucaklaşıyor.
Ama Ruhi Su ile Sümeyra Çakır’ı kanserden öldüren acımasız küresel saldırı bütün azgınlığıyla sürüyor; şimdi artık yalnız ilerici, devrimci sanatçılarımızın canını değil, bütün yurdumuzu istiyorlar;bakalım nasıl kurtulacağız bu son kasırgadan?
*
Sevgili dostum Hâşim Nur Gürel, Ravelli’de bir sergi açtı, hem kar kış, hem de karşıda olduğu için gidemedim; ama sağolsun Selvin’in gönderdiği kitap hiç değilse bir izlenim edinmeme yardım etti.
Glayöller ve Gölgeleri başlıklı sergide öncelikle çiçek resimlerine yer vermiş Hâşim; çok özgün çiçekler yapmış; birkaç da Sivriada var. Karşıda oturup da sergiye gitmemişseniz çok yazık olmuş doğrusu.
*
Küresel yozlaşma maşallah silindirden beter: ezip tuz buz etmediği hiçbir şey, hiç kimse yok. Son örneği, Taksi Sürücüsü’nün yönetmeni.
Çektiği filmleri şöyle bir gözünüzün önünden geçirin; bu kısa doğmuş insan kardeşimiz hepsinde şiddeti anlattı, en dayanılmaz şiddet sahneleriyle.
Son filmi de öyle.
BBC’nin ünlü soruşturmasını okumuşsunuzdur: şimdiki başkanlarının yeniden seçilmesine Türk halkı %82 oranında olumsuz bakarken, eski İngiliz sömürgesinin aç gezip ineklere dokunmayan halkı aynı oranda alkış tutmuş; haberlerde yalnız bizim orana yer veriliyor, buna değinilmiyor. Oysa bu da aynı derecede önemli, anlamlı: bu çağdaş Hitler’i alkışlayan Hint halkıyla Avrasya, Şangay Birliği falan gibi denge sağlayıcı girişimler başarıya ulaşabilir mi? hiç olasılık yok.
Buna dayanan ak ya da karaderili çılgınlar Türk halkına ateş püskürüyor: ne manyaklığımız kaldı, ne paranoyaklığımız!
Oysa bu filmi izlerken görüyoruz: asıl tanıma sığmazlar kendileri! Bir Yaralı Yüz’ü çekmiş olmaları, uçakların evriminde şöyle şöyle görev almış olmaları neye, kime yarar? Filmin tek başarısı hem o adamın, hem de dünya halklarının başına görülmemiş bir bela kesilen irili ufaklı bütün yöneticilerinin ne korkunç kaçıklar olduklarını somut olarak göstermek – onları sevimli, başarılı insanlar olarak sunmaya kalkışsa da.
Ünlü sinema yazarımız, Oscar’ı bu kez alacağından emin; bence daha önceki benzerleri gibi, bütün ödülleri buna vermeliler: hepimizi cehenneme götürecek dört, kırk, bin kırk atlı var bu filmde, o toplumda!
Bunlar ortada da, dünyanın ger kalan kesiminde yaşayanlar,yaşamak isteyenler bu vebalılardan kurtulmayı başaracak mı? asıl sorun bu.
*
Sezdiğim gerçekleşiyor ne yazık ki, her alanda dürüst, tutarlı üretimde bulunanlara yer kalmıyor çılgın tüketim düzensizliğinde.
Bunun son örneği, Mehlika Baş’ın Ortaköy’de kendisi de sanat sevdalısı Sabine Buchmann’ın Galeri 310’da açtığı sergi oldu; Mehlika’nın cıvıl cıvıl renkli, sevecen, oyuncu kedilerini okşamaya bir avuç gerçek dostu geldi; oysa aynı saatlerde birkaç yüz metre ötede toplumun nabzına göre şerbet veren bir insanın sergisi tıklım tıklımdı.
Yaşasın, çok yaşasın, her şeyi silip süpürsün sıradanlık!
Adam Sanat okurlarından Mehlika’nın kedilerini bağırlarına bastırabilecek olanlara yazık oldu.
*
Resim-müzik-sinema tutkunu dostum Nurettin Ergun aradı dün akşam,” Nermi Uygur için yazacağın yazıya Lazar Berman’ı da ekle, geçen hafta ölmüş çünkü”,dedi.
Lazar Berman büyük piyano yorumcularından biriydi; sevgili Panayot Abacı, şimdi artık katlı otoparka çevrilen eski Maksim’de dinletmişti onu bize; yakın zamandaysa Fransızların Klasik Müzik kanalında rastlayıp dinliyordum.
*
Yapı Kredi yine nitelikli bir sergi düzenledi:Josehp Beuys:Aslolan Çizgidir.
Beuys, 1921’de Krefeld’de doğmuş, 1986’da Düsseldorf’ta ölmüş; 2. Dünya Savaşı’na pilot olarak katılmış;düşürülen uçaktan sağ kurtulmuş; İngilizlere tutsak düşmüş, oradan da sağ dönmüş. Yontu eğitimi alarak işe başlamış; sonra resme geçmiş. Çok yönlü, çok meraklı bir insan : ilk çevre korumacılardan. Bu yüzden yurdunda adına dikilen fidanlar, sergi dolayısıyla burada da yinelendi.
Gerek serginin düzenlenişi, gerek hazırlanan katalog ince beğeni ürünüydü.
Katalogta, 1953’teki ilk sergisinde çekilmiş bir resmi var: diri, rahat bir yüz; kataloğun kapağındaysa, bakışlar kederli, çene kasları gergin, dudaklar büzülmüş: artık yaşama sevincini yitirmiş besbelli. Küresel yozlaşmaya dirimsel enerji mi dayanır?
*
Ne güzel rastlantı, uzun süredir üzerinde çalışılan Ruhi Su Belgeseli de bu ay bitirilip gösterildi, 28 Şubat akşamı İtalyan Ekin Merkezi’nde.
Hilmi Etikan ve arkadaşları,eski Ekin Bakanları’ndan birinin de gönüllü desteğiyle sonunda bitirmişler çalışmalarını; ele alınan çok sıradışı bir sanatçı olduğundan, izleyecekler daha başından etkilenmiş durumdaydı elbet; sınırlı olanaklarla epey doyurucu bir belgesel hazırlamışlardı aynı derecede gönüllü bu gençler.
Ruhi Su’yu anlatan yakın dostlarından birçoğu artık aramızda değil; bu yüzden de bir bakıma onların da göründükleri son belge olmuş.
Bu kadar olanaksızlık içinde, elbet kimi öğeler gözden kaçmış; örneğin, Pir Sultan ve Semahlar’ın hazırlanışında önemli katkıları olmuş Yusuf ve Mustafa Başaran’a hiç değinilmemiş; Dostlar Korosu’na adını, yerini, canını sunmuş olan Genco Erkal da öyle. Olsun, hem bu ülkede, hem acımasızca sömürülen bütün öbür yoksul bırakılmış ülkelerde yaşayanlar azla yetinmeyi biliriz, unutmadık hâlâ; tıpkı Avustralya Dinletisi gibi, bu, elimizdeki biricik belgesel Büyük Usta konusunda.
Emeği geçen herkese yürekten teşekkür.
*
Sevgili dostum Mehmet Kıyat yaşadıklarımıza uygun bir şiir yolladı; gelin onu paylaşalım.
UMURUNDA DEĞİL


Kimsenin umurunda değil
Ne kurtuluş
ne tarih
Ne de coğrafyanın ince dokuması
Şafağın şaşmaz birlikteliği
Kıyı boyu verilen sözler
Kimsenin umurunda değil


Kimsenin umurunda değil
Martılarla indiğimiz deniz
Emeğin gözü yaşlı yalnızlığı
Çocukların oyun özlemi
Erdeme ayırdığımız günler
Kimsenin umurunda değil.
*
Dilara Alp, Adana’da, Başkent Üniversitesi’nin İlköğretim Okulu 5. sınıfta okuyor; Japonya’da, 12 ülkeden 12597 öğrencinin katıldığı Uluslar arası Çevresel 5. Çocuk Yarışması’nda birinci seçilmiş; resmi bence, Abidin Dino’dan Nâzım’ın istediğinin ta kendisi: mutluluğun resmi.




Adam Sanat, Nisan 2005, 231

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder