2 Mart 2003 Pazar

SEÇKİN KİTAPLAR

Sağ olsun,Şakır Eczacıbaşı yeni fotoğraf yıllığını da yolladı:Balıkçılar.
Birkaç yıldır, takvim kılığından çıkarıldı, özerli, keyifli kitaba dönüştürüldü yıllıklar; bu yılki seçkide bildiğiniz, sevdiğiniz fotoğraf ustalarının tadına doyulmaz görüntülerinin yanında, adlarını ilk kez işittiğim yorumcular da var. Tam anlamıyla gerçek bir şölen.
Bu şölene katkıda bulunan herkesi yürekten alkışlıyorum.

*

Bilim-Sanat Galerisi’ni yaratıp yaşatan sevgili dostum Nevzat Metin de önce telefon etti, haber verdi, sonra inanılmaz bir hızla,Moda’dan Cihangir’e, sanki posta güverciniyle yollamış gibi , birkaç saat içinde, üç yeni kitabını ulaştırdı: en sevdiğim insanlardan Bilgi Adalan’ı ve yapıtlarını anlatan resim kitabıyla, değerli ozan Arif Damar’ın bütün şiirlerini bir araya getiren Külliyen Red ve ozan-ressam Ekrem Kahraman’ın Aşk olsun Hayat’ı.
Bu kitaplar da, kitapseverlerin şimdiye de ancak Avrupa ülkelerinde görüp hayran kaldıkları göz kamaştırıcı, iç açıcı kitaplar gibi basılıp biçimlendirilmiş.
Hey gidi hey! saman kağıdına bastırabilmek için ömür harcayan,çoğu kez kendi kesesinden olmasına bile katlanan,ama başaramayan nice ozan yaşadı yurdumda! Tıpkı, şöyle doyurucu bir sergi açamadan göçüp giden görsel sanat ustaları gibi!
Marx’ın söylediği gibi birikse de, artık ülkemdeki artı-değer birikimi bu tür yapıtların gerçekleştirilmesine izin veriyor; ne mutlu.
En güzeli, bir yolunu bulup kitapları edinmeniz elbet; ben , birer kaşık bal olsun diye, ikisinden de birer şiir aktarayım size.
Arif Damar’ınki:

Yoksulduk Dünyayı Sevdik

Öyle uzak
Gitgide
Öyle güzelleşti ki
O yüzü hiç görmedim
Hiç yaşamadı sanki

Tülin’in yüzündeki
Duru güzellik
Nasıl da benzer
Ben kırgın
Küskünken
Evsiz barksız bir anının
Puslu
Kırık
Yerinden düşmüş camındaki


Güneşsiz bir kış akşamındaki
İnce
Solgun
Esmer
...
Ama zor
Ama kolay
Yoksulduk
Dünyayı sevdik

Tavanda bir yarım ay


Ekrem de şöyle diyor:

16.

Çok yandım çok kırıldım sana

Ben böyle değildim eskiden
Zamanla ters yüz oluyor demek ki insan
Rüzgarda savrulan bir tüldü yüzüm sakallarımı çocuklar
okşardı
ya zelzeledeyim ya küheylan elimde değil

Aşk olsun ben bu kabarcık değildim ki

Çok yandım çok kırıldım sana


Seslensen şarap dolardı mataram
Susan kar azardı azardı okyanus

Aşk olsun
hayat
kırıldım
sana


*


Fransız kanalı Mezzo, bir süredir, bir izlenceyi yineleyip duruyor: Zubin Mehta yönetimindeki bilmem ne orkestrası, koro ve tek şarkıcılar, büyük bir ciddilikle bir yapıtı seslendiriyorlar.
Arkada, yakılıp yıkılan, cayır cayır yanan Saraybosna; karşıdan karşıya geçmek, evlerine ya da otobüse varmak üzere delice koşan kadınlar erkekler ve örneğin bir trenin penceresinden ağlamaklı gözlerle dışarı bakan çocuklar.
Doğrusu, bu görüntüleri görene dek, insan denen yaratığın bu denli utanmaz, acımasız, harakirici olabileceğini aklımın köşesinden geçiremezdim!
Silah üretiminizi, çılgınca alıştığınız tüketiminizi şu kadarcık bozmamak için yakın, yıkın, milyonlarla öldürün, sakat bırakın, her saniye ırza geçin, sonra kendi ettiklerinizin görüntüleri eşliğinde timsah gözyaşları dökerek çok yüce bir sanatsal etkinlikte bulunun!
Olacak şey değil sanınım, bal gibi oluyor, hem gözümün kulağımın önünde!
Ne kadar çok kutsal değeri çamura gömdü şu Batılı şımarıklar!
Bu çamurun dışında, üstünde kalacaklarını sanıyorlar!
Ne büyük, ne acıklı bir yanılsama!


*


Bilincinin yardımıyla ikinci ömrünü yaşayan sevgili can dostum Mehtab Kardaş, Oda’da bir minyatür sergisi açtı l4 Ocak akşamı.
Işıl ışıl bakışlarıyla, ben gittiğimde, Fatoş’la son süslerini yapıyorlardı.
Düşlerinden, özlemlerinden, oya gibi resimler çıkarıp duvarlara asmıştı; havanın soğukluğuna karşın, yeterince seveni geldi, mutluluğu paylaştılar.
Aksanat’a Aralık’ta Turan Erol usta konuk gelmişti, çok geniş bir Seçki’yle; geçirdiğim küçük kaza yüzünden açılışına gidememiştim; önce tek başıma, sonra Turan Bey’in resimlerine bayılan Sevil’le gezdik: Ağrı Dağ’larının, çiçeklerin, yolların, evlerin karşısında epey iç çekti Sevil’ciğim. Kitabı basılsa da bari oradaki küçük örnekleri rafımıza koysak, diye düşündük.
Garanti bu yıl hiç kişisel sergi açmadı, Derlemeler’le yürüttü etkinliğini; bundan işkilleniyordum zaten; sonra, korktuğum haberi sevgili dostum Melih Özuysal verdi: galeri kapatılıyormuş!
An ne yazık! Can damarlarımız birer birer kesiliyor!Hep şu doymak bilmez, tanımdışı Batılı ülkelerin başındaki bir avuç hastalıklı kendini erk sahibi sanan zavallılar yüzünden!Yanlışlarına ağlamaya vakitleri bile olmayacak!

*
Yapı Kredi bu ay Saray ressamı Fausto Zonaro’yu ağırladı.
İtalyanlarla ortaklaşa düzenlenmiş geniş bir sergi; sanırım ilk kez bu kadarını birarada görüyordum.
Güzeller güzeli eşi Elisa’yla el ele, bir dönemin İstanbul’unu, orada yaşayanları ve elbet saraydakileri saptamış ressam; işinin ustası; çizim, ayrıntılar, renkler kusursuz. Umarım gezip kendinize armağan vermişsinizdir.
Ne yazık büyük katalog basılmamıştı bu kez.

*
Antik,Şenol Yorozlu’nun genişçe bir toplu sergisini düzenledi; aralarında yirmi otuz yıllık yapıtlar da var.
Ben Şenol’u daha ilk serisinde tanıma fırsatını bulmuştum; özgün bir dünyası, dili olduğunu görüp sezebilmiştim.
Biliyorsunuz, bütün erdemlerin tutarlılık’ta özetlendiğine, dile geldiğine inanırım: Şenol da kendine sadık kaldı, hep yeni, içten anlatımlar aradı, arıyor. Zor, ama keyifli bir yolculuk. Ne mutlu!
*
Nicedir tiyatroya gitmiyor, gidemiyorduk; derken üst üste iki oyun gördük.
İlki, Dario Fo’nun Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü.Dario Fo’nun adını sıkça okudum, övgüler dinledim; bu oyunu da iki yıldır oynanıyor, belli ki tutulmuş.
Çağımızın, daha doğrusu ataerkil yozlaşma başlayalı beri yeryüzünün temel sorunlarından biri olagelmiş bir sorunu, işkenceyi, sorgu sırasında camdan atılmayı işliyor; ancak, bilemeyeceğim nedenlerle, bu can alıcı sorun sonunda öyle şakaya boğuluyor ki, ortada sorun kalmıyor, iki saat boyunca düşünmeden, üzülmeden gülme kalıyor. Nitekim salonu dolduran gençler doya doya güldüler, bol bol alkışladılar, ama dünyamızın şu acıklı durumunu değiştirmeyi isteyebildiler mi acaba?
İkinci oyun geçen yüzyıldandı, Gorki’nin Ayaktakımı Arasında’sı. Barada da ağlatıyla gülmece iç içeydi, üstüne de bol bol votka serpilmişti.
Sibirya görmüş ak sakallı bir bilgeye, Gorki: Bütün bunlar,yarınki yetkin insana ulaşmak için dedirtiyor: ama her fırsatta kafayı çekip bağırmakla o yetkinliğe ulaşabilir miyiz dersiniz?
Oysa oyun başarıyla sahneye konmuştu, oyuncular canla başla oynuyorlardı.
Ama çağımızın temel sorunu dağ gibi karşımızda duruyor: sürdüğümüz yaşamı, dünyanın bugünkü gidişini beğenmiyorsak, büyük bir terslik var demektir; ee, bu çetin sorunu değiştirebilmek için önce hastalığa doğru tanı koymak gerektiğine göre, eski sakızları çiğneyerek, bir bakıma insan böyledir,böyle doğdu, böyle sürecek diyen sözlerle yetinebilir miyiz, yetinmeli miyiz?Daha kaç yüzyıl önce Mevlana: Şimdi, yeni şeyler söylemek gerek! demedi mi?Hala durakta bekliyoruz! Ne yazık!
Sonra Genco’nun Yaşasın Savaş’na gittik.
Demokritos, evrendeki her şey rastlantı(olasılık) ve gerekliliğin ürünüdür, demişti; bence, başka bir deyişle adı tanımı pek konamayan, karmaşık, sonu gelmez, gelmemesi gereken bir imece’nin aynı zamanda.
Oysa şimdi imece bütünüyle yokedildi, daha doğrusu edilmeye çalışılıyor.
Genco’ysa bu güzel bileşimi unutmayanlardan; yine eskiyle güncel’i kaynaştırmayı denemiş, inançla, içtenlikle.
Ama, görebildiğim kadarıyla, insan kardeşlerimin büyük çoğunluğu, yüzyılımızın biliminde gelinmiş son sayfaları göremedikleri, okuyamadıkları, dolayısıyla düşünme-yaratma aygıtına , Henri Laborit’nin güzelim terimiyle karıştırıcı’ya (düşgücüne) katamadıkları için, eski sakızı çiğnemekten kurtulamıyorlar.
Yazılan, söylenen hep alışılmış siyasal-tutumbilimsel (iktisadı) terimlerle oluyor; oysa evrenin de, onun küçük türevi insanın da temeli dirim (can); dolayısıyla, dirimbilimdeki son buluşları bilip sindirmeden karıştırıcı dönüp dolaşıp eski helvayı karıyor.
Hiç değilse dil bilen yorumcuların, Laborit’nin Davranışların Öyküsü’nü edinip başuçlarına koymaları gerekirdi (Fransızcası: La legende des comportements.)
Genco, kendisine elverenlerle birlikte, bugün yapılabileceklerin en dürüstünü yapmış her zamanki gibi.
Yürekten alkış!



Adam Sanat, Mart 2003, s. 206

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder